İzzet Dönmez
Yıl: 1981-Temmuz ayı.
Belçika'nın Başkenti Brüksel'de kısa adı I.F.C.A.D. olan dil okulunda Fransızcamı geliştirmek için yaz kursundayım.
Kurs sadece iki aylık yaz kursu.
Kursta benden başka Türk yok.
Sadece Cezayirli bir Müslüman Arap ve Özbekistanlı eski Sovyetler Birliği vatandaşı bir genç var.
Cezayirli Muhammed'e Müslümandır diye yaklaşıyorum.
Bana hiç yüz vermiyor.
"Siz, Atatürk'le beraber dinden çıktınız. Arap alfabesini bıraktınız, Latin alfabesini aldınız.
Artık Müslüman değilsiniz. Kardeşte değiliz" diyor.
Buna çok üzüldüm.
"50 yıllık Fransız idaresinde ana diliniz Arapçayı bırakıp, Fransızca konuşur oldunuz" diyemedim.
Bu sefer Özbek gence yaklaştım.
Dedim ki;
"Hem Türk'üz, hem Müslümanız.
Yani kardeşiz"
Özbek genç, Cezayirli Araptan daha şiddetli itiraz etti.
Ayrıca bana hakarette etti.
Dedi ki;
"Ben ve ailem, Müslüman değiliz. Müslümanlık çağ dışı bir Arap dinidir. Yeni Sovyet sistemi bizi bu gericilikten kurtardı.
Ben Türk'te değilim, Özbek'im.
Bize Türk demeniz, şövence bir yaklaşım"
Başka diyecek söz kalmadı.
Türki Cumhuriyetlerde hala bu kafada insanlar çoğunlukta maalesef.
Biz sadece hayal kuruyoruz.
Özbek gencin babası Sovyetler Birliğinin Brüksel Büyükelçiliği'nde görevli.
Sahibinin sesi yani.
Çok enteresandır.
Kurs'ta yaşı 50'nin üzerinde Amerikalı, Kanadalı, İngiliz bir sürü kadın ve erkek var.
Bunların niçin Fransızca öğrenmek istediğini merak edip duruyorum.
Öyle ya,
Konuştukları dil, dünya dili.
Onların ihtiyacı mı var yabancı dil öğrenmeye?
Sınıfta Amerikalı bir karı koca var.
Yaşları 55-60 civarında.
Her teneffüste beni okul dışında bir yerde nescafe içmeye davet ediyorlar.
Ben daha 26-27 yaşlarındayım.
Türkiye'de Üniversiteyi yeni bitirmiş, Yüksek Lisans için buraya gelmişim.
50-60 yaşında hoşaflar ilgimi çekmiyor yani.
Israrlar sonucu bir cafe'ye gittik.
Birer tane nescafe söyledik.
Nescafemizi yudumlarken, koyu bir sohbete başladık.
Amerikalı karı koca, her ikisi de Amerika'da Ziraat Mühendisiymiş.
Fransızca öğrenmek isteme nedenlerine gelince;
Hala aklıma geldikçe yüreğim burkulur.
Bu kefere takımı meğer ki Yehova Şahitleriymiş.
Fransızca öğrenerek, Kuzey Afrika ve Orta Afrika'da yaşayan Müslüman Siyahilere misyonerlik faaliyeti yapacaklarmış.
Bunlar Ziraat Mühendisiler ya.
O zavallı Müslümanlara güya gündüz modern çiftçilik öğretecekler, akşamları da Hristiyanlık propagandası yapacaklar.
Beni de o kategoriden gördükleri için, ısrarla kahve içmeye çağırmışlar.
Kokana karı çantasından İngilizce, Fransızca basılmış İnciller ve Hristiyanlık propagandası yapan kitap ve broşürler çıkardı.
Bilemediler ki,
Benim 20 yıla yakın dini eğitimim var.
Ayrıca Hristiyanlığı da onlardan fazla biliyorum.
Keyifleri iyice kaçtı.
Kendi içtikleri nescafe'nin parasını ödeyerek, çıkıp gittiler.
Bir daha okulda yüzüme dahi bakmadılar.
Bütün bunları niçin kaleme aldım?
İki sebebi var;
Birincisi,
Osmanlı'nın boşalttığı topraklarda milyonlarca insanı göz göre devşiriyorlar.
Yehova Şahitlerinin arkasında başından dibine kadar Amerikan istihbaratı var.
İkincisi,
Önceki gün açıklandı işte.
Bir Amerikan Vakfı, Türkiye'de devşirdiği sözde bazı gazetecilere milyonlarca dolar bağış yapıyormuş.
Onları da solculuk adına devlete karşı havlatıyormuş.
Tıpkı siyasi parti başkanı yapıp da, birilerini havlattıkları gibi.
Çok güçlü bir kalemi olan ve yazı kabiliyetli birisi olduğumu iddia etsem, her halde abartı olmaz.
Onlara köpeklik yapsam, herhalde bana da 300-500 bin dolar hüpletirler.
Hatta daha fazlasını bile verirler.
AMA,
Misyoner karı koca benim nescafe ücretimi dahi ödemedi.
Herkes satın alacağı adamı çok iyi biliyor.