İzzet Dönmez Yazdı…
Yazarsam eğer, bazı dostlarımı incitiyorum.
Yazarsam eğer; bazı saftirik ve geri zekalı dostlarım işi kadere bağlıyorlar.
Kadere karşı geldiğimi, isyankar bir kul haline geldiğimi düşünüyorlar.
Kaderin gerçekte ne olduğunu bilmeyen, geri zekalı, aptal ve şapşal dostlarıma meramımı anlatamadığım için 17 Ağustos`u yazmayacağım.
Ciğer parem iki yavrumla birlikte gaiplerde konuşmakla geçiriyorum zamanımı.
Bu gün size hayatımda yaşadığım bir başka dramı yazacağım.
Depremde yitirdiğim oğlum Mustafa Gültekin`in annesi, 1976 yılında oğlumu Dünya`ya getirdiği sırada eklem romatizmasına yakalanmış.
Kendisini doktorlara götürdük.
O yıllar ne mümkün hastalığın ne olduğunu doktorlara sorabilmek.
Kendi çapımızda, kendi imkanlarımızla tedavi ettirdik.
Daha sonra ben Yüksek Lisans eğitimi için Belçika`ya gittim.
Çocuklarımın annesi ben orada iken bana bir mektup yazdı.
Hastalığının tekrar nüksettiğini söyledi.
Hemen Türkiye`ye döndüm.
1982 yılından 1985 yılına kadar, kendi imkanlarımla, kendi paramla, tedavi ettirmeye çalıştım.
Sosyal güvence yok.
Ben Bağ-Kurluyum, ancak BAĞ-KUR hiç bir işe yaramıyor.
Bütün tedavileri cebimden yapıyorum.
O yıllar sağlıkta tam bir soygun ve vurgun düzeni var.
Devlet sağlıkçılara demiş ki "Vatandaşı yakalayın, soyun soyabildiğiniz kadar. Mümkünse donunu dahi alın.
Gerekirse kefenine dahi haciz koyun".
Sistem aynen böyle miydi?
Aynen böyleydi.
Kamuya ait bir tek Hastaneye hastamı yatıramıyorum.
Hastamın yüzüne dahi bakılmıyor.
İstanbul`da bir özel hastaneye bir haftalık sadece ilaçlı tedavi için 128 bin lira para ödemişim.
Özel Hastane paramın bittiğini anlayınca, beni yaka paça attı.
Devletin sağlık kurumları beni kabul etmiyor.
Bağ-Kurluyum diye beni önünden bile geçirtmiyor.
Çünkü DEVLET, DANDİK DEVLET.
Sigortalı işçiye sağlı güvencesi var, esnafa, tüccara yok.
Cebimdeki son kuruşu harcadım, ama hastam iyileşmedi.
Hastalık ölümcül bir hastalık değil.
Romatoloji uzmanı olan tam teşekküllü bir hastanede rahatlıkla tedavi edilebilir.
Ancak öyle bir hastaneye ulaşmak ne mümkün!
Paran varsa doktorlar köpeğin oluyorlar.
Paran yoksa doktorlar sana köpek muamelesi yapıyorlar.
Devir o devir.
Hastayı eve getirdik.
28 yaşında, gencecik insan.
İki tanede evladının gözleri önünde, göz göre göre eriyip, gidiyor.
Hiç bir şey yapamamanın çaresizliği içindeyim.
Türkiye`nin en büyük Üniversitelerinden birini bitirmişim.
Yurtdışında akademik kariyer yapıp, ülkeme faydalı bir insan olmaya çalışıyorum.
Hayallerim var, İdeallerim var.
Ama arkamda Devlet yok.
Devlet Dandik.
Devlet beni yok sayıyor, tanımıyor beni.
Dr. Sıddık Kaya, Genel Cerrahi uzmanı, SSK hastanesinde Başhekim yardımcısı,
Kadim dostum, kaçak ve kanunsuz olarak, son çare, hastamı SSK hastanesine yatırdı.
Bir kaç gün orada tedavi gördü.
Ancak hastanenin imkanları sınırlı.
İstanbul`da daha donanımlı bir hastaneye gitmesi gerek.
Koca Sakarya`da, Hem Devlet Hastanesinde, hem SSK Hastanesinde bir tek adet tam donanımlı ambulans yok.
Her iki hastanede de birer adet kamyonetten bozma ambulans var.
Onlarda halden hastaneye patates, soğan taşıyor.
Bir adet tam donanımlı ambulans var Sakarya’da.
O`da nerede?
Hiç bir sağlık yatırımı olmayan Adapazarı Belediyesinde.
Muhtemelen yurtdışında çalışan işçilerimiz alıp, Belediyeye hediye etmişler.
Hastamız son anlarını yaşıyor.
Belediyenin ambulansını alıp, İstanbul`a götürmek gerek.
O`da özel izne tabi.
Özel izni kim verecek?
Belediye Başkanı Erkal Etçioğlu.
O nerede?
Sırra kadem basmış.
O yıllar cep telefonu yok ki; arayıp, ulaşalım.
Biz bürokrasiyi kırıp, hastamızı İstanbul`a ulaştıralım derken.
Hastamız SSK hastanesinde vefat etti.
Bunun adı şimdi kader ya; neyse.
Bu sefer o kadere bir şey demeyeceğim.
O yıllar, o dandik devlet yılları.
Hastanız bir Kamu Hastanesinde vefat edince, önce muhasebeye gideceksiniz, borcu, ilişiği yoktur yazısı alacaksınız, sonra dışarıdan bir araç tutacaksınız.
Cenazenizi kendiniz evinize götüreceksiniz.
Bende aynısını yaptım.
Ailem yurtdışında yaşadığı için, ben Türkiye`de tek başımayım.
Çarşıdan bir kamyonet kiraladım.
Cenazeyi kamyonete yükledim, Akyazı`nın yolunu tuttum.
Tek başıma.
Evden canlı çıkardığım iki tane evladımın annesinin cansız bedenini götürüyordum evlatlarıma.
Onların bundan haberi yoktu.
Oğlum Mustafa Gültekin, kızım Pervin annelerinin cansız bedenleri ile karşılaşınca neye uğradıklarını şaşırdılar.
Biri 9 yaşında, diğeri 12 yaşında iki tane yavru.
Kaderin gelecekte daha nice puştluklar yapacağından habersizce sarıldık birbirimize.
Esas anlatacağım şurasıdır.
Ben cenazeyi aldım,
Günlerden Cumartesi,
Hafta sonu ya.
Kamyonetin içinde tek başımayım.
E-5`te yol alırken hem önümde bir düğün konvoyu.
Hem arkamda bir düğün konvoyu, önümde bir sünnet konvoyu.
Çingene çalgıcılar, Davul-Zurna-Klarnet, Cümbüş gırla.
Herhalde zengin bir pezevengin sünneti.
Yol istiyoruz vermiyorlar.
Geri kalalım diyoruz, arkamızda da bir düğün konvoyu.
Onlarda bize izin vermiyorlar.
Akyazı-Ormanköy sapağına kadar, ağlayarak, çalıp-oynayarak böylece devam ettik.
Bu gün içimde yaşattığım büyük kinler o gün başladı.
Bir çok insanın ahırda ki inekten daha hayvan olduğunu.
Bir çok insanın kalleş ve kahpe olduğunu.
Bir çok insanın yılandan bile daha vahşi olduğunu, o günden itibaren anladım.
Geçmişteki siyasi müktesebatımı öne sürerek, bazı dostlarım, niçin Recep Tayyip Erdoğan`a siyasi destek verdiğimi soruyorlar.
Bana serzenişte bulunanlar oluyor.
Cevap veriyorum.
Bunun elbette ki yüzlerce sebebi var.
Çocuklarımın annesi İstanbul`da Özel Topkapı Hastanesinde yatarken, hemen yanı başında ki Çapa Tıp Fakültesinden yaşlı yaşlı adamlar geliyordu yattığı odanın kapısının önüne.
Hiç biri odanın içine dahi girmedi.
Hastaya elini dahi sürmedi.
Ben ne olduğunu bilmiyorum.
Biz hastaneden taburcu olurken anladık,
Meğerse bu yaşlı dümbükler doktormuş.
Her biri için tam 5 biner lira.
Evet; 5`er bin lira konsültan hekim ücreti yazılmış.
O paraları bile benden tahsil ettiler.
İşte bu uzun adam var ya, bu Kasımpaşalı, bu Rize`nin delisi, bu düzenin A........na koydu.
Bu soyguncuların, bu hırsız taifesinin A......na koydu.
Size somut bir hikaye anlatayım.
Sakarya`da çok tanınmış bir uzman hekim.
Sakarya Devlet Hastanesinde çalışıyor.
Özel muayene haneside gece 11`lere kadar çalışıyor.
2002 yılları, kendisini ziyarete gittiğimde, öyle Tayyipçi ki; Devletin Hastanesinin koridorlarında "Tayyiiiippp" diye nara atıyor.
Tayyip iktidara gelip te, özel muayenehaneleri kapatınca, şimdi ne diyor biliyor musunuz "Tayyip, senin ananı, avradını s....yim".
Aynen böyle diyor.
Çünkü soygun bitti.
Sömürü bitti.
Birde ne diyor biliyor musunuz? "Tayyip hırsızdır"
Dün Tayyibin bir numaralı destekçisi, bu gün ise böyle diyor.
Soracam kendisine "Dinime dahleden bari Müselman olsa"
Soracam kendisine "Boğazından hangi gün helal lokma geçti?"
İnsanoğlu öyle nankör bir varlık ki, cahili de böyle, alimi de böyle.
Benim insanım dünü çabuk unuttu da, yolda yürümekten aciz, mikrofona çıkıp, konuşmaktan aciz, saz çalarak, vatandaştan oy isteyen, başka hiç bir hüneri olmayanlara, koşar adım gidip, oy veriyor.
Geçmişte biz bunların hepsine müstehaktık herhal.