İzzet DÖNMEZ
Dün ofisimde tek başıma otururken birden aklıma geldi.
Karında verdiği kasvetle düşünürken, sordum kendi kendime "Uzun yaşamak insanı mutlu eder mi?".
"Kendi akranlarından çok uzun süre yaşayan insanlar, bundan mutlu olurlar mı?".
Bir an için geçen yıl kaybettiğimiz babaannem aklıma geldi.
Babaannem vefat ettiğinde 100 yaşının üzerindeydi.
Köyde ve ailesinde kendisine akran olabilecek hiç kimse yaşamıyordu.
3 oğlu ve 3 kızı kendisinden önce hayata veda etmişti.
Eşi çok önceleri hayata veda etmişti.
Bütün kardeşleri vefat etmişti.
Köyde kendisine yaş olarak en yakın insan bile kendisinden en az 20 yaş küçüktü.
En yaşlı insan ile bile bir kuşak fark vardı aralarında.
Bunu neye benzetirim bilir misiniz?
Bir orman düşünün.
Yemyeşil bir orman.
Bir yangın çıkar.
Bütün orman yanar da.
Ortada bir tek ağaç canlı kalır.
Onunda bazı dalları yanmıştır da.
Bir tek dalı canlı kalmıştır.
O daldan yeşil yapraklar çıkar.
O dal, direnir makus kadere.
Zaten bir süre sonra o dal da kurur gider.
Çok uzun yaşayan insanın çevresinde dostu-arkadaşı kalmaz.
Dertleşeceği insan kalmaz.
Evde bile bir köşe başına atılır.
Ayak altında fazla dolaşması istenmez.
Gençlerin sohbetinin içine turp sıkılmasından hoşlanılmaz.
Eski yokluk ve yoksulluk günlerini anlatması canını sıkar gençlerin.
Yıllardır aile ziyaretlerine giderim.
Hayatta olduğunu bildiğim halde, misafirliğe gittiğim evlerde göremem evin yaşlılarını.
Arkalarda bir odaya konur hep.
Bir şey diyemem.
Ancak yüreğim burkulur.
Sanki evin gençleri hiç yaşlanmayacaktır.
Buruşturulmuş bir mendil gibi kenara atılmak ve yine de yaşıyor olmak sizce insanı ne kadar mutlu eder?
Bazılarınız diyecektir ki; ``Biz, yaşlılarımıza bunu reva görmüyoruz. Biz onları baş tacı ediyoruz``.
Ben de herkese söylemiyorum zaten.
Ama toplum hızla buraya doğru gidiyor.
Yeni jenerasyonda hiç bir gelin kaynana ile, kayınpeder ile birlikte yaşamak istemiyor.
6 tane çocuğu olmasına karşın 80 yaşındaki annem tek başına yaşıyor.
3 tane çocuğu olmasına karşın kayınvalidem tek başına yaşıyor.
Kimse kıvırmasın.
Kimse lafı bir yerlere çekmesin.
Mutlak hakikat şudur ki;``Yaşlılar artık evlerde istenmiyor``.
Yaşlıların ayrı evlerde tek başına yaşaması sanki onların tercihiymiş gibi bir hava yaratılıyor.
Aslında yaşlılar tecrübeleri gereği istenmediklerini anlıyorlar.
Çekiliyorlar köşelerine.
Çocuklarının evindeyken, klasik karı-koca kavgalarının, çocuklara bağırmaların.
Kızım sana söylüyorum.
Gelinim sen anla.
Misali olduğunu çok iyi biliyorlar.
Yemeden, yedirdikleri.
Giymeden, giydirdikleri aklına gelirde.
Hayıflanarak uzaklaşır oradan, kaderine küserler.
Yaşlı, tamamen ayağa kalkamayacak hale gelirse.
Bir bardak suyunu dahi içemeyecek hale gelirse.
Biraz Hastane de, eh birazda evde bakılır.
O da oflayarak, puflayarak; ölse de kurtulsak havalarında.
Sahi, bu tablo karşısında, ``sizce çok uzun yaşamak insanı mutlu eder mi?``
Bu yazıyı bu gün niçin kaleme aldım?
Mustafa Ceylan,
Belçika`da babalarımız maden de iş arkadaşıydılar.
Giresunlu oldukları için hemşehri de sayılırdık.
Benden önce Belçika`ya giden kardeşim Hüseyin Dönmez`in en yakın arkadaşlarından biriydi.
Ev arkadaşıydılar.
Daha sonra bende Türkiye`de Üniversiteyi bitirince Belçika`ya gittim.
Mustafa Ceylan benimde arkadaşım oldu.
Uzun yılları tüm Ceylan Ailesi ile sanki bir aile gibi yaşadık.
Karadeniz insanı sıcak kanlıdır.
Misafirperverdir.
Dostluğa, hemşehriliğe önem verir.
Her yaz Belçika`ya ailemin yanına gittiğimde mutlaka Ceylan ailesine de uğrarım.
Sanki bizim aileden bir parça gibi.
Mustafa Ceylan, dün bir kalp krizi sonucu vefat etmiş.
Benden 5-6 yaş küçüktü.
Hani insanlar çok sevdikleri birisi ardında "Güzel insandı" derler ya.
Mustafa, sahiden güzel insandı.
Gurbette yaşamak, gurbette tutunmak çok zor iştir.
Hayatımın en zorlu yılları Belçika`da geçti.
Onun için Mustafa ile, ağabeyi Turan ile, sevgili Cavit Naldemir`le dostluklarımız farklıydı.
Gerçi Mustafa kardeşim Hüseyin`in akranı idi.
Onunla daha yakındılar.
Ancak bana karşıda sevgisi, saygısı müstesna idi.
Nurlar içinde yat Mustafa.
Mekanın cennet olsun!