İzzet Dönmez Yazdı..
Siyasette dip dalgası ne demek?
Bütün hesapların, planların, öngörülerin hak ile yeksan olduğu sonuçların ortaya çıkmasına siyasette dip dalgası denir.
Türkiye siyasetinde ilk dip dalgası 1950 Genel Seçimlerinde olmuştur.
Dün bir İnternet paylaşımında görmüştüm.
Daha önce de gördüğümü hatırlıyorum.
O ne korkunç manzara öyle!
Tablo şu: Bir masa.
Masanın üzerinde Altı Ok`lu CHP bayrağı.
Parti Bayrağının üzerinde seçim sandığı.
Sandığın başında eli silahlı jandarmalar.
Sandığın önünde de üzeri pejmürde, perişan vatandaş.
Bütün jandarma teşkilatı sandık başlarında CHP`nin Parti Komiserleri.
Türkiye, 1946 ve 1950 seçimlerine böyle gitti.
Milli Şeflik düzeninin aklına bile gelmiyor iktidarı kaybetmek.
Her seçim sandığının konulacağı masanın üzerine önce parti bayrağı seriliyor.
Sandığa gelen vatandaşa önceden mesaj verilmiş oluyor.
Vatandaş bunca tehdit, baskı ve yönlendirmelere rağmen oyunu Demokrat Partiye veriyor.
Devlet Partisi CHP yıkılıyor.
Siyasette ilk dip dalgası böylece gerçekleşmiş oluyor.
Kendi oyu ile iktidarın hazzını alan vatandaş,
Jandarma dipçiği olmadan yaşamaya alışmış vatandaş,
Özellikle Marshall yardımı ile cebi para gören vatandaş.
1954 seçimlerinde sandığı iyice patlattı.
Demokrat Parti`nin oyu % 58`lere tırmandı.
Koca İsmet Paşa`nın partisi Parlamentoya 30 civarında milletvekili gönderebildi.
Ancak 1954 seçimlerinden sonra iyice şımaran, artık yeni Devlet Partisi olan Demokrat Parti 1957 Genel Seçimlerinde çok büyük tokat yedi.
Yani seçmenin bir dip dalgası tokadını da Demokrat Parti yemiş oldu.
Demokrat Parti iktidara geldi, gelmesine de.
Oyunun nerdeyse % 20`sini kaybederek iktidara geldi.
Demokrat Parti`nin bol keseden yatırım harcamaları denizi tüketti.
Devlet hazinesi tam takır hale geldi.
Bir sürü uyarılara rağmen Menderes Hükümeti popülizmden vazgeçmedi.
Büyük devalüasyonlar oldu.
1960 darbesine böyle gelindi.
Bu ülke siyasetinde 4. dip dalgası 1965 yılında Adalet Partisi`nin % 55`e yakın oyla tek başına iktidara gelmesidir.
Daha düne kadar "Düşükler, Kuyruklar" denen Demokrat kitleler yeniden toparlanmış ve Adalet Partisi etrafında kenetlenerek tek başına iktidara gelmiştir.
İsmet Paşalı CHP çok büyük hezimete uğramıştır.
5. dip dalgası 1977 Genel Seçimlerinde yaşanmıştır.
Bülent Ecevit % 26`larda aldığı Partisinin oyunu 1977 Genel Seçimlerinde % 42`ye çıkarmıştır.
Oylar daha da artacakken araya cinler, şeytanlar girmiş, merhum Bülent Ecevit`in önü kesilmiştir.
Ecevit`e ilk büyük kumpas o zaman uygulanmıştır.
6. dip dalgası, 12 Eylül ihtilali sonrası 1983 Genel Seçimlerinde Merhum Özal`ın Anavatan Partisinin tek başına iktidarıdır.
1983 Genel Seçimleri de tam bir dip dalgasıdır.
Anavatan Partisi, bazı doğu illerinde tulum çıkardığı halde, milletvekili yapacak aday bulamadığı için, kazandığı halde Meclis`e eksik vekille gitmiştir.
İhtilal idaresinin partileri hezimete uğramıştır.
1995 seçimlerinde Refah Partisinin yükselişi, 1999 seçimlerinde DSP ve MHP`nin yükselişi de dip dalgası sayılabilir.
Esas dip dalgası 2002 Genel Seçimlerinde Ak Parti`nin kurulur kurulmaz tek başına iktidara gelmesidir.
Bu seçimde Türkiye`nin çok partili Demokrasi tarihinde 7. dip dalgası sayılabilir.
Değil Türkiye`de.
Dünya Demokrasi tarihinde bile az örneği vardır.
Ak Parti, 3 Genel Seçimi, 3 Yerel Seçimi, 2 Referandumu ve birde Cumhurbaşkanlığı seçimini, üstelikte oylarını artırarak kazanmıştır.
Parti, liderini Çankaya`ya gönderdikten sonra bir durgunluk içine girdi.
Partililerde de sanki bir bıkmışlık, bir bezginlik göze çarpıyor.
Geçen yıl 10 Ağustos`a kadar sanal ortamlarda bile esip, savuran İktidar Partisi mensuplarını pek görmez oldum.
Kendi fotoğrafının yerine Recep Tayyip Erdoğan`ın fotoğrafını iliştirerek paylaşımlar yapanlar hayli azaldı.
İktidar Partisi ilk ciddi darbeyi istifa eden ve yüce Divan`a gönderilmeyen dört Bakan`la yedi.
Bunu bende şiddetle eleştirmiştim.
Bu dört Bakan`ı hemen görevden alıyorsun, 3 dönem kuralına takılmadıkları halde adaylık müracaatlarını bile almıyorsun.
Yani bu zatlara karşı siyasi bir duruş sergiliyorsun.
Sanki Kamuoyuna bunların suçlu olabileceği intibaını veriyorsun.
Ancak onları yüce Divan`a göndermeyip, bir şekilde koruyorsun.
Vatandaşta bunu algılaması gerektiği gibi algılıyor.
2011 Genel seçimlerinden bu yana, Vatandaş için gözle görülür, elle tutulur çok çarpıcı bir icraatta olmadı.
2002`den 2011`e kadar o Devrimci Ak Parti gitti.
Yerine kavgacı, statükocu Ak Parti geldi.
Büyüme durdu.
Dört yıldır Gayri Safi Milli Hasıla Dolar cinsinden 800 milyar civarında.
Hiç artmıyor.
Hatta son döviz yangınından sonra hızla aşağıya inecek.
Fert başına milli gelir 10 bin dolar derken, gerisin geriye 8 bin`li rakamları telaffuza başlıyacağız herhalde.
İşsizlik hızla artıyor.
Eş`ten, Dost`tan "Çocuğuma iş bul" baskısından bıktım, usandım.
Vatandaşın telefonlarına cevap vermeyen İktidar Partisi mensupları yüzünde, hiç kapanmayan benim telefonlarıma hücum ediyor vatandaş.
Piyasada alış-veriş durdu.
İşler bıçak gibi kesildi.
Şirketimde son üç ayda protestolu senedi ben 2008-2009 krizinde bile görmedim.
Ben 33 yıldır hem iş adamıyım.
Hem de bir İktisatçıyım.
Laf olsun diye bunları söylemiyorum.
Dövizin bu kadar kontrolsüz artması, başta ham petrol ve doğal gaz olmak üzere bütün temel mal ve hizmetlerin fiyatlarının artmasına vesile olacaktır.
Bazı ilaçları ya Eczane raflarında göremeyeceğiz, ya da fiyatları anormal artmış olacak.
Uluslar arası ilişkilerde de Türkiye tam bir yalnızlığı oynuyor.
Daha yeni misafir ettiğimiz Papa bile Türkiye`nin "Ermeni Soykırımı" yaptığını söylüyor.
Bu çok vahim bir durum.
Papalık dini bir kurum.
Ermeni Soykırımı iddiası, haliyle siyasi bir iddia.
Avrupa Parlamentosu, Soykırım İddialarını tekrar etti.
Amerikan Başkanlığı`da aynı iddiayı dile getirirse koro tamam olacaktır.
Rusya Devlet Başkanı Putin güya Türkiye ile ilişkilerimiz "Mükemmel" diyor.
Ama Ermenistan`daki Soykırım anıtının açılışına yardımcısını göndermiyor, bizzat kendisi gidiyor.
Bölgedeki durumumuz malum.
İzaha bile gerek yok.
İran`ın nükleer yatırımlarına Brezilya ile beraber cansiperane arka çıktık.
Ne oldu?
İlk İran bizi arkadan hançerledi.
İran istese, Suriye`de arabuluculuk yapamaz mıydı?
Türkiye, dış politika da Uluslararası gerçeklere göre değil de, duygulara göre dış politika takip etti.
Çok yanlış yaptı.
Hükümetin Bölge Politikası, İran Politikası tepeden aşağı yanlıştır.
Uluslararası siyasette din, iman, mezhep sadece siyaseten kullanılacak materyaldir.
Bakınız 1. ve 2. dünya savaşlarında 100 milyon insan öldü.
Ölenlerin % 90`ı Hristiyan.
Yani Hristiyan Hristiyan`ı öldürdü.
Batıdaki 30 yıl savaşları, 100 yıl savaşları sadece Hristiyanlar arasında olmuştur.
Osmanlının 10 büyük savaşından 5`i İran`la olmuştur.
Daha buraya koyacağım onlarca konu var.
7 Haziran seçimlerinde bu durum yeni bir dip dalgasına neden olur mu?
Bekleyip göreceğiz.