Kırsal bir kültürde oluşmuş toplum kolay güdülür. Buna ``Kuzuların sessizliği`` demek daha doğru olacak sanırım.
Tepkisiz bir toplum olmaktan öteye gidemeyen bir Türkiye gerçeğini yaşamak, gelecekteki olası tehlikelerin nasıl yansıyacağını da bilememenin adı bana göre. Bu gün eğitimli bir toplum olmanın içinde, elbette gelecekteki zor yılların aksine çağdaşlaşmanın bir işaretini görmekte önemli. Fakat toplumu bu çağdaş düşüncelerden farklı bir modelin içinde tutmakta bir o kadar da sakıncalı görüşündeyim. Eğitimi, toplumu çağdaş anlamda derinleştirmek adına kullanmak aydınlığın habercisi olmalı. Çağdaş düşüncenin gelişmesinde asıl bu kültürün gereksinmesi öne çıkmalı.
AKIL VE BİLİM...
Yalnız kalan akıl, dünyayı gerçekte anlamaya yetmez. Gerçeklerden koparılmış kavramlara dönüşür. Aklı gerçek dünyadan uzaklaştırılıp sanal bir dünyaya hapsettiğiniz zaman, asıl dünyayı gerçek anlamda yaşama anlama gerçeğinden gücünden yoksun kalırsınız. Onun için aklın yanına bilim gerekir. Atatürk`ün manevi miras olarak ``akıl ve bilimi`` bırakmış olması da bu gerçeğin ta kendisi olmalıdır aslında. Bu günün emperyalist işgal ordularını aklayan Fransız Devrimi`nde, `` devrim yapılacağına sandık konsaydı onlar çıkardı`` diye XVI.Louis ve Marie Antoinette`in safında yer alan akıl, bilimden uzak olmanın ötesinde, henüz `` kavramlarla düşünme`` düzeyine ulaşmamış olan akıldır. Demokrasinin şaşmaz ölçütü toplumsal aklın derinliğidir. 150 yıldır devrim bayrağını aşağıya indirmeyen ülkemizde, kimsenin gücü milletin tarihten gelen derinliğini yok etmeye yetmez. Karşı-devrim adıyla farklı bir anlayışı da yerleştirmeye kalkmaksa inandırıcılıktan uzakta kalan bir düşüncenin ürünüdür.
İbn-İ Sina ``Bilim, akıl ve sanat, iltifat görmediği yerden göçer`` diyor. Ancak biz bunu unuttuk sanırım. Hala İran, Ürdün, Sudan, Mısır, Malezya, Mozambik etkileşiminde kalmak ülkeye yarar değil zarar getirecektir. Bunun yerine bugüne kadar mazlum dünyanın örnek aldığı Atatürk`ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, 100 yılında bunu çoktan hak ediyor.
SANCILI ZORUNLU EĞİTİM...
Akıl ve bilim anlayışından uzakta bir eğitimde ısrarcı olmanın sakıncalarını görerek yanlıştan dönülür umudundayım. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasının arkasındaki gerçek amacın da açıklanması gerekir derim. Çağdaş eğitimin içinde akıl-bilim değerlerinin ayrılarak din eğitimi içinde bir anlayışın bu ülkeye zarar vereceği düşüncesindeyim. KESK Genel başkanı Lami Özgen, ``Bu kararın hangi amaçla alındığı gündeme getirildiği açıkça orta da, amaç dine dayalı bir eğitim`` derken. DİSK, KESK, TMMOB, TTB temsilcilerinin zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasına ilişkin yasa teklifinin geri alınması konusunda ortak bir açıklama yaptı. Ama hala bu konuda toplumun haklı tepkisine karşılık bir yaklaşım gelmedi. Öyle görülüyor ki hükümet bu konuda kararlı. Eğitim-Sen`in tüm çalışmaları da etkisiz kalıyor. Başbakan ``din anlayışına dayalı bir gençlik yetiştirmek istiyoruz`` diye açıklama yaptı, bunu da zamansız bir açıklama olarak gördüğümü ifade etmeliyim. Yarın iki farklı düşüncede bir gençlik karşı karşıya geldiğinde bunun sonuçlarını kim üstlenecek acaba?
İleri demokraside kin ve öfke yer alıyorsa, işte asıl tehlike budur bana göre. ``Tankla geldi ama şimdi demokrasiyle gönderiyoruz`` diyor Başbakan. Ben böyle bir açıklamanın içinde kin ve öfkenin gizliliğini görüyorum. Böyle bir anlayışın getirdiği uygulamalar da akıl-bilim değerlerinin yok edilmesini görmekse çağdaş bir Türkiye`ye yakışmayan anlayıştır. İnançlara her zaman saygılı olduğumu ifade eden biriyim, ancak inanç siyasetinin getirisinde gelecek sorunlar ülkeye fayda değil zarar verecektir. Hala özde ve dolaysız bir demokrasinin bile var olmadığı bir ülkede, hala topluma bile açıklayamadığınız, adına ileri demokrasi dediğiniz anlayışın içinde eğitimi 12 yıla çıkarmaya çalışman mantıklı bir açıklaması var mı acaba?
Prof. Dr. Levent Seçer