Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı
Fransa’da ve bazı Avrupa ülkelerinde birkaç haftadır süren ve “sarı yelekliler” olarak adlandırılan yoğun protestolar, yağmalar, yakmalar yaşanmaktadır. Ölümlerin de söz konusu olduğu olaylarda, Fransa’da sadece geçen haftasonu, resmi makamların açıklamasına göre, yüzlerce protestocu yaralandı, binlercesi gözaltına alındı.
Avrupa’da neler oluyor? Daha önceki pek çok yazımızda Avrupa’nın içe kapanmasına, 2. Dünya savaşı öncesi gibi bir dönemi yaşamakta olduğuna işaret etmiştik. Göçmen, yabancı, İslam, Yahudi karşıtlığı ile dışa vurulan ve gittikçe artan tepkilerin, saldırıların nedenlerinin daha derinlerde aranması gerektiğine değindik. Esas sorunun göçmenler değil, Avrupa’nın kendisi olduğunu, göçmenleri ya da Müslümanları suçlayarak kendisiyle yüzleşmekten kaçındığını ısrarla vurguladık. Sorunun Avrupa’nın geleceğine dair olduğuna, Avrupa’nın yakın dönemde olduğu gibi “AB üzerinden değerler üreten bir Avrupa mı, yoksa siyasal genetiğinde var olan faşizme ve Nazizme teslim olmuş bir Avrupa mı?” olacağına karar vereceğini ifade ettik. ( bkz: https://www.yenisafak.com/hayat/turkiye-karsitligi-avrupayi-kurtarir-mi-2624277 ) Bu noktada Avrupalı özgürlükçü kesimlerin seslerini yükseltmediği takdirde, yarın çok geç olacağının ısrarla altını çizdik.
Fransa’daki olaylar
Fransa’daki olaylar, Avrupa’nın içe kapanmasının, göçmen karşıtlığının, nefret ve ayrımcılığın sıradan hale gelmesinin nedeninin Avrupa’nın kendisi ile ilgili olduğunun ağır ağır görülmesini sağlıyor. Sarı Yelekliler olayında tepki göçmenlere değil. Tepki göçmenlerden de değil. Küreselleşme süreçlerinden yeterince kazanamama, ekonomik durgunluk, Fransızların eski refahlarını sürdürme beklentileri tepkilerin nedenini oluşturuyor. Ama artık, yükselen başka ekonomiler ve diğer küresel gelişmeler, sadece Fransa’nın değil, diğer Avrupa ülkelerinin de eski refah ve sosyal devlet uygulamalarını sürdürebilmelerini neredeyse imkansız hale getiriyor.
Olaylar ve medya
İstanbul’daki gezi olaylarında, neredeyse tüm dünya medyasının kamp kurduğunu, aralıksız saatlerce canlı yayın yaptıklarını, protestocuları nasıl kahramanlaştırdıkları daha henüz unutulmuş değil. Kırmızı fularlı kız, duran adam sembolleri hala hafızalarımızda. Medya kanalları abartılı görüntülerini, polise ve Türkiye’ye yoğun insan hakları eleştirileri ile birlikte verdiler.
Paris’deki Sarı Yelekliler olayları ise dünya medyasında çok az yer aldı. Lise öğrencilerinin de katıldığı olaylarda polisin aşırı güç kullanımına ve insan hakları ihlallerine dair eleştiriler ise nerede ise hiç yer almadı.
Sarı yelekliler ne istiyor?
Sarı yelekliler, bir siyasal parti programı gibi, isteklerini 42 madde ile açıklamış durumdalar. Bu istekler, sadece petrol fiyatlarındaki artışın geri çekilmesini çoktan aşmış durumda. Artan hayat pahalılığından, vergilerin indirilmesine, çalışma koşullarının iyileştirilmesinden göçmenlere yönelik adımlara, seçim kanunundan, Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıla çıkarılmasına kadar, ancak bir siyasal parti tarafından gerçekleştirilebilecek, bir dizi siyasal, toplumsal, idari, ekonomik talebi dile getirmektedirler.
İktidarı sandıkta değil, sokakta devirmek..
Kuşkusuz, demokratik tepki bir haktır. Demokratik toplumlarda her türlü talep ifade edilebilir. Bunun için toplantı ve gösteri hürriyeti sonuna kadar kullanılabilir. Bu yolla iktidarlar seçime de zorlanabilir. Demokratik tepkilere karşı aşırı güç kullanımı, protestocuların haklarının ihlalleri elbette suçtur.
Bütün bunlarla birlikte, demokratik ülkelerde siyasal iktidarları değiştirmenin yolu bellidir. Demokrasilerde istenilmeyen siyasal iktidarlar sokaklarda değil, sandıklarda devrilir. Taleplerin karşılanmaması nedeniyle, işyerlerinin yağmalanması, yakmalar, yıkmalar, masum insanlara saldırılar vb yollarla siyasal iktidarı sandıkta değil, sokakta devirmek sadece anarşi ve faşizm getirir. Bu sıralar Avrupa’da sandıktan da çoğunlukla faşizm çıksa da, vandalizme kayan sokak hareketlerinin nereye varacağı kestirilemez.
Fransız devriminin insanlığa mirası
Fransa maalesef sokak hareketlerinin varabileceği sonuçlar açısından kendisine ve insanlığa çok acılar sunmuş bir ülkedir. “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” idealleri ile başlayan Fransız devriminin insanlığın karşılaştığı en seri katliamlar ve giyotinlerle sonuçlandığı bilinmektedir. Yine bu devrimle gelen ulusalcılık tüm dünyayı parçalamaya devam etmektedir. Bağımsızlıklarını kazanmalarının coşkusu içindeyken, insanları yeni kimlikleri ve devletleriyle parçalamak ve bölmek, onların daha rahat yönetilmelerini de sağlıyor.
Keza Fransız tipi aydınlanma da insanlığa, aklın kurucu rasyonalitesine teslim olup, kendi bakışını kutsarken, rasyonel görmediği herşeyi ötekileştiren, çatışmacı bir üstten bakış armağan etmiştir. İnsanlık tarihinin en kanlı savaşlarının, en yoğun ölümlerin, giyotinlerin “aydınlanmış” akıl döneminde yaşandığını hatırlarsak, gelenek, ahlak, din, tanrı, ara kurumlar gibi kendini sınırlayan bütün bağlardan koptuğunda, aydınlanmış aklın ne tür bir frenkeştayna dönüşebileceğini hayal etmek zor değildir. Bugün insan embriyosu ile oynayarak yapay bir insan yaratma konusunda herkes haklı olarak endişe sahibidir. İnsanlığın sonunu getirebilecek bu süreçte, aklın bütün değerlerden soyutlanmasına işaret eden Fransız tipi aydınlanmanın yeri yadsınamaz. Yapay insanda artık insan aklına da ihtiyaç duyulmamaktadır.
Sokak hareketleri ya da devrim yolu iktidarı devirmenin meşru görülmesinin yaratacağı ölümcül sonuçlara, daha devrim sırasında yazdığı “Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler” kitabında Edmund Burke çok veciz bir şekilde işaret etmişti. Berat Özipek’in belirttiği şekilde, Burke bunlara işaret ettiği sırada daha henüz Jakobenler iktidara gelmemiş, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkeleri kana bulanmamıştır. Kral ve Kraliçe dahil, sadece soylulardan ve din adamlarından değil, sıradan insanlardan da binlerce kişi giyotine gönderilmemiştir. Robespierre “erdemli terör yönetimi” ile ılımlı rakiplerini idam ettirmemiştir. Bu idamlardan sonra Robespierre’nin kendisi de idam edilmemiştir.
Fransa’dan yine, yeni bir kuralsızlık dalga dalga dünyaya yayılacakmış gibi görünüyor. Bu kuralsızlık başka Batılı ülkeler olmak üzere pek çok ülkeye ve topluma ciddi zarar verme potansiyeli taşımaktadır. Evet benzeri olaylar Türkiye’de ya da Batı dışı toplumlarda olsa, büyütülerek, göstericiler idealize edilerek, olayların yaşandığı devletler ve toplumlar aşağılanarak verilirdi. Böyle olsa da “oh olsun” diyemeyiz. Batı ya da Fransızlar bizim öğretmenimiz değiller çünkü. Bize her durumda, emperyal arayışlarına rağmen, Batılı devletlere bile adil olmak, batılı toplumları ve insanlığı da düşünmek düşer.