"Bir millet iki devlet" sözünü rahmetli Haydar Aliyev yıllar önce Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerdeki dostluğu ve kardeşliği tarif ederken kullanmıştı. Bu günlerde Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokoller sonrasında Azerbaycan ile Türkiye arasında yaşanan sorunlar bu deyimi yeniden gündeme getirmiştir. Özellikle Bursa'da oynanan Türkiye-Ermenistan milli maçı sonrasında bazı görevlilerin sorumsuzca Azerbaycan bayrağına karşı yaptığı saygısızlık Ankara ile Bakü arasındaki ilişkileri birden bambaşka bir havaya bürümüştür.
Bugün geldiğimiz noktada Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler tarihin en kötü günlerini yaşıyor. Bugünkü kriz Mayıs ayında yaşananlardan bile daha kötü durumdadır. İki ülke ilişkilerini bu duruma gelmesinde birçok husus vardır. Ancak bunların en önemlisi bayrak krizidir. Türkiye, Ermenistan ile protokol imzalayabilir ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın verdiği bir söz var ve bu sözün tutulmayacağına dair ortada net bir tutum yoktur. Bu konuda biraz acele etmemek ve protokollerin meclise gelmesini beklemek gerekir.
Türkiye ile Azerbaycan arasında yaşanacak sorunlardan kim çıkar sağlar? Bu sorunun cevabı nettir. Öncelikle Ermenistan ve bölgede çıkarı olan diğer devletler. Hatta Ermenistan'ın Milli Güvenlik Strateji Belgesi açıktır. Burada Türkiye ile Azerbaycan arasındaki dostluk ve kardeşlik ilişkileri Ermenistan tarafından tehdit olarak görülmektedir. Bu gün yapılanlar bu dostluğu ve kardeşliği bozduğuna göre bu ilişkilerin zarar görmesi en çok kime yarar, kime zarar getirir? Bu işten en çok Ermenistan'ın fayda sağlayacağı ve yine en çok zararın ise Azerbaycan ile Türkiye'nin göreceği açıktır. Peki, öyle ise neden karşılıklı yanlışlar yapılmaya devam edilmektedir. Türkiye'de Azerbaycan bayrağına birilerinin saygısızlık göstermesi hemen karşı tarafta benzer bir tepkiyi haklı kılar mı? Daha doğrusu iki yanlış bir doğru eder mi? Elbette etmez…
Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin daha fazla zarar görmemesi için bir an önce devreye girilmelidir. Bu konuda kim destek sağlayacaksa onlardan bu hizmet istenmelidir. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Hikmet Çetin bu konuda başvurulabilecek isimlerden birisi olabilir. TÜRKSAM olarak da bu tehlikeli süreci bir an önce durdurmak için girişimlerde bulunmaktadır. Unutmamak gerekir ki, kardeşlerin küslüğü büyük olur.
16 Ekim 2009 tarihinde Türkiye'de bir dizi görüşmeler yapan Azerbaycan milletvekilleri TÜRKSAM'ı da ziyaret ettiler ve burada bir toplantı gerçekleştirdik. Toplantıda Azerbaycan milletvekilleri Bursa'da Azerbaycan bayrağına yapılan saygısızlıktan çok etkilenildiği görüldü. Ayrıca milletvekillerinin ortak kanaati her iki tarafta da sağduyunun hakim olması gerektiği kanaatiydi. Hem Azerbaycan milletvekilleri ile görüşmemiz ve hem de zaman zaman Azerbaycan basınından gelen mülakat isteklerinden gördüğümüz şu ki, Türkiye'ye yönelik endişe ve hayal kırıklığı bir aradadır. Türkiye'nin bir an önce girişimde bulunması gerekmektedir. En son telefonla katıldığım bir televizyon programı sunucusunun ifadeleri çok manidardır. Azerbaycan'ın en büyük kanallarından birisi olan Lider Tv'nin Seda Haber Programının yapımcısı ve sunucusu Sahip Aliyev aynen şunları demiştir. "Hep Türkiye'nin Azerbaycan'ı kaybedeceği ifade olunur. Hiç Azerbaycan'ın Türkiye'yi kaybedebileceği konuşulmaz. İlişkilerimiz bu seviyeye geldi mi bilinmez ama biz artık hayalimizdeki Türkiye'yi kaybettik." Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere Azerbaycan'da hayallerde kurulan bir Türkiye imajı vardı. Bu imajın zarar görmesi sadece Türkiye-Azerbaycan arasındaki ilişkileri değil, aynı zamanda Türkiye'nin Türk dünyası politikasına da zarar verir. Unutmamak gerekir ki, Azerbaycan'ın olmadığı bir Türk dünyası söz konusu olamaz. Bu dargınlık Türkiye'nin Kafkasya politikasına zarar verir. Bu kırgınlık Türkiye'nin enerji politikasına, Nabucco projesine zarar verir. Bu listeyi aslında daha da çoğaltabilir. Bu sebeple çok dikkatli hareket etme zorunluluğumuz vardır. Hele özellikle basınımızda karşılıklı olarak eski defterlerin çıkarılması ve muhasebe yapılması girişimleri kimseye fayda getirmez.
Diğer taraftan Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev'e de iyi kulak vermek gerekir. Moldova'da yapılan BDT toplantısında İlham Aliyev ile Serj Sarkisyan'ın görüşmesinden herhangi bir netice alınamadı. Aliyev'in bu toplantı sonrasındaki görüşleri düşündürücüdür. Aliyev Sarkisyan ile sadece bu yıl içerisinde birkaç 6-7 defa görüştüğünü ve protokollerin imzalanacağının anlaşılmasıyla Sarkisyan'ın uzlaşmaz bir tutum içerisine girdiğini söylemiştir. Aliyev ayrıca bir beyanatında da "savaş" seçeneğini daha yüksek sesle dile getirmeye başlamıştır. Unutmamak gerekir ki, adaletsiz bir barış girişimi Azerbaycan'ı savaşa iter.
Basınımızda bazı aklı evvellerin bu konular gündeme geldiğinde iki hususu ortaya koyduklarını görmekteyiz. Bunlardan ilki Azerbaycan'ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni neden tanımadığı yolunda Azerbaycan'a yapılan suçlamadır. En son TBMM Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Murat Mercan bile bunu Azerbaycan milletvekillerine sormuş. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Türkiye'nin KKTC'yi tanıtma gibi bir politikası yok. Daha önce Pakistan ve Bangladeş'in KKTC'yi tanıma girişimini Türkiye önlemişti. Ankara kalkıp diyebilir mi ki, biz Bakü'den KKTC'yi tanımasını istedik ama onlar tanımadı. Elbette diyemez. Eğer siz KKTC'yi tanıtmak istiyorsanız Rusya'nın Abhazya ve Osetya'yı tanıtmak için yaptığı girişimlere bakmanız yeterli. Nelerin yapılacağı bellidir. Türkiye bunların hangisini yaptı? Hiçbirisini. Kaldı ki, Cumhrubaşkanı Mehmet Ali Talat'ın nihai amaçlarının Rum kesimi ile birleşerek AB üyesi olmak istediklerini belirtir net ifadeleri vardır. Ne Türkiye ve ne de bizzat KKTC'nin tanınma talebi olmadığı, bilakis sakın bizi tanımayın biz Rum kesimi ile birleşme müzakereleri sürdürüyoruz tavrı bilinmekte iken Azerbaycan'a neden KKTC'yi tanımadın diye suçlamada bulunmak olsa olsa ya cehaletin, ya da art niyetin ürünü olabilir.
Bir diğer husus ta şundan ibarettir. Diyelim ki, Türkiye'nin KKTC'yi tanıtma isteği oldu. Bu durumda Azerbaycan KKTC'yi tanıyabilir mi? Hemen söyleyelim tanıyamaz. Nedeni bellidir. Dağlık Karabağ gibi bir sorunu olan ülkenin kendisinden ayrılan bir bölgenin bağımsızlık isteği varken başka bir bağımsızlık isteyen yeri tanıması demek kendi tezlerini çürütmesi anlamına gelir. Bu takdirde Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi anında Dağlık Karabağ'ın bağımsızlığı tanır ki, bu da sorunu daha da içinden çıkılamaz hale getirir. Bu konudaki bilgisizliğin ve cehaletin son bulması gerekir.
.
Rahmetli Haydar Aliyev'in çok doğru bir şekilde ortaya koyduğu "bir millet iki devlet" anlayışı bugün maalesef tehlike altındadır. Atılan bütün adımlar, yapılan bütün yanlışlar sanki bu anlayışı yıkmak için planlanmıştır. Dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matt Bryza, Ocak 2009'da Erivan'daki bir konferansta yaptığı konuşmada Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik olarak Türkiye'den ilginç bir istekte bulunmuştu. Bryza, konuşmasında özetle Türkiye ile Azerbaycan arasındaki 'bir millet iki devlet' düşüncesinin değişmesi gerektiğini çağrısında bulunmuştur. Ocak 2009 tarihinde Bryza'nın bu çağrısına çok anlam verilememişti. Ancak bugün yaşananları gördüğümüzde maalesef ki taşların yerine oturduğu görülmektedir.
Azerbaycan - 19 Ekim 2009 - Sinan OĞAN
http://www.turksam.org/tr/a1831.html