Küçük bir alanda onlarca farklı topluma ev sahipliği yapan bir coğrafyadır, Kafkasya. Kimilerince zenginlik olarak görülen bu farklılıklar Kafkasya'yı renkli bir dünyaya dönüştürmüştür. Bu coğrafyanın tarih boyunca büründüğü asıl renk ise kırmızı olarak çıkıyor karşımıza; hem de kan kırmızısı.
Sadece birinci ve ikinci dünya savaşları değil, bu savaşların öncesi ve sonrasında da sürekli sürgün ve katliamların yaşandığı bölgede son sahnelenen ise Rusya'nın desteğiyle Ermenilerin gerçekleştirdiği Hocalı katliamıdır. Özellikle son günlerde tüm gücümüzle zorlamamıza rağmen, Ermenistan Anayasa Mahkemesi'nin engellediği Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalizasyon çabaları, aslında bizlerin de "balık hafızalı" olduğumuzun bir göstergesi değil mi sizce.
1915 yılında Osmanlı'nın, tüm ihanetlerine karşı yine de sadece güvenliklerini sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği bir politikayı, disaporası ve devleti ile günümüzde "soykırım yalanı"çerçevesinde dünyaya kabul ettirmek için çaba gösteren Ermenilere karşı bizler iyi niyetli yaklaşımlarla karşılık verirken, 1992 yılında Azeri Türklerine yönelik Ermeni katliamının hafızalarımızın derinliklerinde unutulmasına sadece seyirci kalıyoruz.
1992 yılında, takvimler Şubat'ın 25'ini 26'sına bağlarken Ermenilerin Hocalı'da gerçekleştirdiği katliam, Türk halkının hafızasında tazeliğini daima korumalı. Bu da sadece Türkiye için değil, tüm Türk dünyası için de geçerli olmalı.
Hocalı Katliamına giden süreç aslında Sovyet yönetiminin Erivan'ı doğrudan desteklemesiyle başlamıştır. 1990 yılı başlarında Dağlık Karabağ'a yerleştirilen silahlı Ermeni gönüllüler, bu desteğin en ciddi, en önemli göstergelerinden biridir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının mimarı olarak gösterilen ve dünyaya bir kahraman olarak tanıtılan Mihail Gorbaçov'un 25 Temmuz 1990'da onayladığı kanun ve bu kanunun uygulanma şeklini ise Hocalı'daki katliamın ayak sesleri olarak değerlendirmek kesinlikle bir abartı olmayacaktır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) kanunlarına aykırı silahlı grupların kurulmasını yasaklayan ve yasa dışı olarak saklanan silahlara el konulması hükmü getiren kanun ile Azerbaycan genelinde, av tüfekleri de dahil olmak üzere tüm ateşli silahlar toplandı. Silahlı Ermeni gönüllülerinin yerleştirildiği Dağlık Karabağ'da ise bu görev Rus askerleri tarafından yerine getirildi.
Rus askerlerinin bu görevi nasıl başarıyla yerine getirdiğini ise, aynı yılın Ağustos ve Eylül aylarında Ermenilerin doğrudan Azerilere yönelik başlattığı saldırılarla görüyoruz. Otobüs baskınları, yol kesmeler gibi Ermeni terör eylemleriyle 1990 yılı başlarında 186 bin Azeri, Ermenistan'dan Azerbaycan'a gitmeye zorlandı. Saldırılarını sürdüren silahlı Ermeniler, 1991 yılının Ekim ayında ilk Azeri köyünü ele geçirmiş, bilahare Rus askerlerinin de desteğiyle 25-26 Şubat'ta Hocalı'ya girmiştir. Ermenilerin katliam gerçekleştirdiği olaylar sırasında 3 bini Azeri 10 bin nüfusa sahip olan Hocalı'da, resmi rakamlar, katledilen sayısını 613 olarak duyururken bu sayının aslında 1300'ün üzerinde olduğu bilinmektedir.
Hocalı'da yaşayan Ahıska Türkleri'nin de evlerinde yakılarak öldürüldüğü saldırıların ilk gecesinde 8 aile bütün fertleriyle katledilmiş, katliam sonucunda 700'ün üzerinde çocuk öksüz veya yetim kalmıştır. Kadın, çocuk ve yaşlı ayrımı yapmadan sivillerin öldürüldüğü, yaralılar konusunu dile dahi getirmek istemediğimiz katliamı, Azerbaycan yönetimi ve Cumhurbaşkanı Ayaz Muttallibov tarafından dört gün süreyle kamuoyundan gizlendi.
Sovyet dönemi Azerbaycanı'nın son, bağımsız Azerbaycan'ın da ilk cumhurbaşkanı olan Muttalibov ve yönetiminin gizleme çabaları sonuçsuz kalmış, Ermenilerin Hocalı'da gerçekleştirdiği katliam, tüm Azerbaycan'da infiale yol açmıştı. Bu tepkiler ve Azerbaycan Halk Cephesi'nin baskıları sonrası Muttalibov, Mayıs ayında görevinden istifa etmiş ve Rusya'ya kaçmıştı. Muttalibov yönetiminin katliama tepki vermemesinin en önemli sebebinin, silahlı Ermenilerin arkasında Rus askerlerinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira, Moskova'nın sürekli olarak yaptığı "olaylarla ilgimiz yok" açıklamaları, bizzat 1991 yılından beri Ermeniler safında savaşan Rus alayından kaçan askerler tarafından yalanlandı. Katliamın üzerinden bir süre geçtikten sonra Rus ordusuna ait 366. Alay'dan kaçan dört asker, görev yaptıkları alaylarının 1991 yılının sonbaharından itibaren Ermenilerin safında savaştığını ve Ermenilerin Azerilere yönelik silahlı saldırılarına destek verdiğini, bu desteğin Hocalı Katliamı'nda da sürdüğünü açıklamıştı.
Ermenilerin 1991'de başlayan saldırıları, 25-26 Şubat 1992'deki Hocalı Katliamı ile artık bir savaşa dönüşmüştür. 1994 yılına kadar süren savaş süresince Azerbaycan topraklarının beşte birini işgal eden Ermenistan, kendi topraklarını terk etmek zorunda kalan 1 milyondan fazla Azeri Türkü'nün de halen Azerbaycan'ın değişik bölgelerinde zor şartlar altında hayatlarını sürdürmek zorunda kalmalarına yol açmıştır.
Birleşmiş Milletler ve Batılı devletler, Ermenilerin saldırıları ve katliamları ile Azerbaycan topraklarını işgal etmesine ciddi bir tepki göstermemiş, bu yönde tek tepki de Ermenilerin yine Mayıs 1992'de Nahcıvan'a saldırması üzerine Türkiye'den gelmiştir. 1921 Kars Anlaşması'nı hatırlatan Türkiye, bu anlaşma uyarınca bölgeyi korumak için askeri müdahalede bulunacağını açıklamış, bunun üzerine Ermeniler geri çekilmek zorunda kalmıştır.
BM ve Batılı devletler ile diğer Uluslar arası kuruluşları bu konudaki ilk tepkisini ancak Ermenilerin, 60 bin nüfuslu Kelbecer'e saldırması üzerine ortaya koymuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 882 sayılı kararı ile Ermeni kuvvetlerinin işgal ettiği topraklardan çekilmesini istedi ancak, hiçbir yaptırım içermeyen bu karar, Ermeniler tarafından dikkate bile alınmadı.
BMGK'nın, Ermenilerin hiç umursamadığı bu kararının ardından Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bünyesinde, konunun taraflarından biri olması gereken Türkiye'nin her ne hikmetse yer almadığı, buna karşılık, bölgeden binlerce kilometre uzakta bulunan ama Ermeni hamisi olarak bilinen ABD ve Fransa'nın, hem de eş başkan sıfatıyla, yer aldığı Minsk Grubu kuruldu. Özelde Dağlık Karabağ, genelde ise Azerbaycan-Ermenistan sorununun çözümü için çalışacak Minsk grubunun şimdiye kadar dişe dokunur, göze görünür bir çabası maalesef görülmedi. Bu arada Minsk Grubu'nun diğer üyelerini de burada saydığımda, sorunun çözümünün, bilhassa toprakları işgal altında, bir milyondan fazla "kaçkın"ın sorunları ile de boğuşmakta olan Azerbaycan lehine ne kadar uzak olduğunu da kendi kendinize soracağınızdan eminim.
ABD, Fransa ve Rusya'nın eş başkanı olduğu AGİT Minsk Grubu'nda sorunun direkt muhattapları olması nedeniyle Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye'nin bulunmasını anlıyorum. Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkesi olması nedeniyle Beyaz Rusya'da tamam, ancak Almanya, Finlandiya, Hollanda, İsveç, İtalya ve Portekiz'in yer almalarındaki mantığı çözemiyorum. "Bu ülkeler AB ülkeleri, bu yüzden AGİT Minsk Grubu içinde yer almaları normaldir" şeklinde görüş beyan edenler çıkacaktır, ancak burada üstünde durulması gereken, bölgede bir güç unsuru olan ve sorunun tarafları arasında bulunan Türkiye'nin çözüme katkı sağlayacak, eş başkanlık pozisyonuna dahi sahip olmadığının bilinmesidir.
İşte "balık hafıza" veya bilinen deyim ile "hafıza-i beşer nisyan (unutma) ile maluldür (bilinmektedir)" sözü burada karşımıza çıkıyor.
25-26 Şubat 1992 Hocalı Katliamı... Aradan geçen 18 yıl gibi uzun bir süreç ve sonuç olarak kocaman bir sıfır (0). Özür dilerim, düzeltiyorum. Önümüzdeki yakın bir tarihte konu masaya getirilecek. Tarihin tanıklık ettiği vahşet ve Azerbaycan topraklarının yıllardır işgaline bakalım nasıl çözüm bulunacak. Sorunun asıl muhataplarının, daha doğrusu mağdurun söz hakkının olmadığı bir grup, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve benzeri örgütlerin yaptığı gibi "biz dosyayı hazırladık, siz imzalayın" mı diyecek, yoksa ciddi olarak konunun üzerine mi eğilecek. Dosyasının kapağının 18 yıldır açılmadığı bir sorunun çözümü için AGİT Minsk Grubu'nun konunun üzerine eğileceğine ihtimal vermemekle birlikte, gerek katliamda hayatını kaybeden Azerbaycan Türkleri için gerekse hala topraklarından ayrı, bir anlamda sürgün hayatı yaşamaya devam eden 1 milyondan fazla Azerbaycan Türkü için "balık hafıza"nın bir sürelik de olsa terk edilmesi şart. Bunun öncelikle Türk kamuoyunda kendini göstermesi gerekiyor.
Aradan yıllar geçmiş olsa da Hocalı Katliamı'nın sorumlularının hesap vermesi, Azerbaycan topraklarındaki Ermeni işgalinin sona ermesi, bölgede yeniden bir güç olma yolunda önemli adımlar atan Türkiye'nin, bu çabalarını daha da artırması, gerçekten "güç" olduğunu göstermesiyle mümkün olacaktır.
Dileyelim ki bu umutlarımız boşa çıkmasın.
A. Işık AKSU