Avrupa Birliği'nde müzakereler, karar verme sürecinin bir parçası ve vazgeçilmez bir boyuttur. Bu süreçte yazılı kurallar, kendine özgü hamleler, açıkça tanımlanmış hedefler ve bazen de beklenmedik sonuçlar vardır. AB ile Türkiye arasında devam eden üyelik müzakerelerindeki siyasi liderlik ve stratejik vizyon eksikliği bu süreci bitirmekten ziyade bir muammaya neden olmakta.
21. YÜZYILDA ULUSLARARASI MÜZAKERELER
Uluslararası müzakereler, diplomasinin soyutlanmış bir alanı değil artık ve özellikleri evrimleşmekte. Müzakerelerin kurumsal yapısına metodlar, aktörler ve sonuçların değerlendirilmesi bakımından çok kültürlü ve uluslararası referanslar egemen olmakta. Geniş bir yelpazede birçok farklı aktörler içermekte. İnternet ve mobil teknolojileri çağındaki hızlı bilgi akışı ve yanlış bilgi riski en gizli müzakereleri bile etkilemekte. İç politika, dış ilişkiler, iş dünyası ve yerel yaşam arasında kompleks etkileşimler bulunmakta. Demokrasinin küresel gelişmesi müzakerelerin karar alma prosedürlerindeki şeffaflığı arttırırken aynı zamanda süreci daha da çok karmaşıklaştırmakta.
OYUNUN KURALLARI
AB ile çok uzun süredir müzakere masasında oturan Türkiye için kaçınılmaz olan soru: Uluslararası müzakerelerin değişen faktörleri dikkate alındığında Brüksel ile ilişkiler nasıl yönetilmeli?
Uluslararası müzakere teorileri üzerine yapılan akademik çalışmaların temel önermeleri bu durumda uygulanabilir. Hazırlık aşaması her iki tarafın kapasitelerini, güçlü ve zayıf yanlarını detaylı bir şekilde analiz etmeyi içerir. Türkiye 2004-2005 yılı hazırlık döneminde AB'deki güç dengelerini ve oyunun kurallarını gerektiği gibi değerlendirmedi. AB tarafı ise, Türkiye'nin siyasi ve toplumsal dönüşümlerini kavramak için yüzeysel analizlerin doğruluğunu kabul etmekle yetindi.
İkinci aşama tarafların kendinlerine müzakereler boyunca edinecekleri bir kimlik ve taraf belirlemesidir. Bu aşama imaj yönetimi ve siyasal iletişim stratejileri içerir. Bu da kimlik ve taktiksel hareketlerin uyumlu hale getirilmesiyle olur. Örneğin, AB'ye aday ülke kendisini bölgesel bir güç olarak kabul ediyorsa, AB'ye katıldığı takdirde, dış politikasında, Avrupa'nın ortak çıkarlarına katkı yapacak Avrupalı bir yöntem benimsemeli. AB ise uluslararası toplumlar tarafından tutarlı bir siyasi güç olarak kabul edilmek istiyorsa Türkiye ile müzakerelerde çok kültürlülük ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri temel alarak hareket etmeli.
Üçüncü evre ise etkileşim ve çıkarların çakışmasını sağlayan bilgi alışverişidir. Bu aşamada, AB-Türkiye ilişkileri AB üyeliğinin kurumsal gündeminin ötesine geçmeli. İklim değişikliği, AB'nin 2020 Stratejisi, dijital ajanda veya 2013 yılı sonrası için yeni mali perspektifler gibi konular sadece AB'nin iç işleri değildir, çünkü; AB'ye üyelik süreci son kertede aday ülkenin toplumunu ve siyasi sistemini etkiler.
AB'nin genişlemesi ancak her iki tarafın da makul bir yarar sağladığını kabul etmesiyle gerçekleşir. Bu da çoğunlukla aday ülkenin AB müktesebatına uyum derecesine bağlıdır. Bütçe ve kurumsal konular dışında, her bir müzakere faslının kapanışı aday ülkenin AB ile düzenlemeler, politikalar ve idari kapasite bakımından aynı seviyeye gelmesini sağlar.
AB sadece Avrupa Komisyonu ya da Avrupa Parlamentosu'ndan ibaret değildir, aynı zamanda kendisine ait veto gücü, kamuoyu, iç politikası ve ulusal çıkarları olan her bir üye devletin de temsilcisidir.
TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ: HER İKİ TARAF İÇİN GÜVENİLİRLİK MESELESİ
AB'nin Türkiye'yi üye olarak kabul etme süreci ancak her iki tarafın daha fazla sağduyulu hareket etmesi ve bu müzakerelerden elde edeceklerini rasyonel bir biçimde değerlendirmesiyle başarılabilir. Türkiye, bu hedef için kararlılık göstermeli; demokratik, ekonomik ve sosyal gelişme kapasitesini bu amaca adamalı; Kıbrıs sorununun çözümü için somut bir plan hazırlamalı; geleneksel olarak Türkiye'nin üyeliğine karşı olan Fransa, Almanya ve Avusturya gibi ülkeler için etkili bir diplomatik strateji geliştirmeli; son olarak da Türkiye'nin AB üyeliğinin faydaları, zorunlulukları ve şartları konusunda hem Avrupa hem de Türk vatandaşlarını daha iyi bilgilendirecek kapsamlı bir iletişim stratejisi uygulamalı.
Ayrıca, Türkiye'deki politikacılar ve müzakereciler partizan ve saldırgan söylemlere neden olacak bir iç siyasetten kaçınmalılar. Her zaman başkalarını suçlayan bir tutum ve dar çıkar gruplarını içeren çalışma yöntemleri devam eden müzakere sürecinin amacı ile çelişmekte. Bu durum AB'deki muadillerin yanlış bilgilenmesine neden olmakta; Türkiye hakkındaki yanlış algılamaları arttırmakta ve Türk kamuoyunun büyük bir kesimini hayal kırıklığına uğratmakta. Sonuç ortada: devam etmekte olan üyelik müzakerelerini hızlandırmak ve süreci sonlandırmakta her iki tarafın da çabalarında kayda değer bir azalma var.
Türkiye hakkındaki son ilerleme raporunda da görüldüğü gibi, AB Komisyonu Türkiye'nin iç siyasetindeki karmaşıklığı Avrupa'nın ortak standartlarına çevirmekte zorlanmaktadır. Özellikle raporun anayasal düzen içindeki son değişiklikleri kapsayan kısımlarında, Komisyon'un analitik kapasitesinin sınırlarına ulaşıldığı görülmekte. Ancak yine de temel sorun, Türkiye'nin üyelik hedefinin bazı AB başkentlerinde zayıf ve karışık sinyaller olarak algılanması. Amacı devamlı olarak sorgulanan üyelik süreci kuşkusuz ters tepebilir. Bazı AB üyelerinin olumsuz tutumları üyelik müzakerelerinin "açık uçlu" doğasına gönderme yapılarak meşru kılınamaz.
AB Konseyi Türkiye'nin üyeliğinin Avrupa'ya katkısını çok rasyonel ve gerçekçi bir şekilde analiz ettikten sonra üyelik müzakerelerine başlamaya karar verdi. AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu'nun oy birliğiyle alınmış izleyen tüm kararları da yine bu stratejik düşünceye dayanmakta. AB'ye üye olmaya hazır bir Türkiye'nin demokratik değerler, ekonomik çıkarlar, enerji ihtiyacı, uluslararası güvenlik ve benzeri konular açısından AB'ye faydalı olacağı açıktır.
Türkiye'nin üyeliğinin gelecekte Avrupa için neden olabileceği sorunlarla karşılaştırıldığında Türk politikacıların eksiklikleri veya Kıbrıs kör düğümü gibi faktörler çok da üzerinde durulacak sorunlar değil. O zaman AB liderleri şu gerçekle yüzleşecekler: Türkiye ile müzakereleri yeniden canlandıracak denli "iyi müzakereciler" mi olacaklar? Ya da küresel bir güç olan AB'nin inanılırlığına, çıkarlarına ve müzakere kapasitesine zarar vermeye devam mı edecekler?
Kader Sevinç
CHP AB Temsilcisi ve Avrupa Sosyalist Partisi Yönetim Kurulu Üyesi