Yaşamış olduğumuz çağda insanlar özgürlük adına birbirlerini katledebiliyor, birbirlerini imha etme adına her türlü gayreti sarf ediyorlar.
Güçlülerin çizmiş olduğu planları mazlum ve güçsüzler inşa ediyor. Ne gariptir ki güçlünün senaristliğini yapmış olduğu bu korku filminde oyuncu hep mazlumlar oluyor. Yazılan senaryolar ezilenler ve özgür olmayanlar adına isimlendiriliyor ancak yok olan, çile çeken özgürlüğü kısıtlananlar yine hep mazlumlar oluyor.
On beş asır önce yine aynı ortam yine aynı mazlum ve yine aynı güçsüz katliamı vardı. Ve bizler o toplumu cahiliye olarak nitelendiriyoruz. O döneme cahiliye dememizin sebebi haklının değil güçlünün istediğinin olması, zulmün yaygınlaşması ve mazlumların ezilip insan varlığına yakışmayacak muamelelere maruz kalmasıdır. Çocuklar diri diri toprağa gömülüyor ve bu olaylara karşı çoğu insan susmakla kalmıyor bir hayli zevkle izliyor ya da görmezden geliyordu. Bu saymış olduklarımız Hz. Resulullah (SAV) gelmeden önceki topluma cahiliye dememize bir sebep oluşturuyordu.
Hz. Muhammed (SAV) peygamber olmadan önce yapılan bu haksızlıklar karşısında gücü yettiğince mücadele etmiş gücü yetmediği zaman yapılan haksızlıklara alet olmamıştır. Bunun örneklerini Efendimiz (SAV)in nübüvvet öncesi hayatında görmek mümkündür. Kendilerine nübüvvet geldikten sonra Resulullah’ın mücadelesi hız kesmeden devam etmiş Yüce Mevla’nın izni ile bu cahiliye dediğimiz toplumdan tarihe emsal olacak bir toplum oluşturmuştur.
Resulullah Efendimiz emsal teşkil eden bu toplumu oluştururken hiç kimsenin hakkını ihlal etmemiş Müslüman olsun gayrimüslim olsun herkesin hakkını kendisine teslim etmiştir.
Bunu açıklayacak bir örnek verecek olursak;
Peygamberimiz döneminde, soylu bir kadın hırsızlık yapmış ve suçu sabit olmuş, elinin kesilmesine karar verilmişti. Kadının kabilesinden olan bazı kişiler, kadının elinin kesilmemesi için Peygamberimize müracaat etmeye karar verirler.
Olay karşısında Peygamberimiz (SAV)in tavrı çok sert ve nettir:
“Sizler kötülükleri önlemek üzere Allah`ın koymuş olduğu cezalardan birinin affı hakkında mı benimle konuşuyorsunuz? Sizden önceki insanları helak eden, onların içlerinden imtiyazlı ve soylu birisi suç işlediği zaman onu cezasız bırakmaları, içlerinden fakir ve zayıf biri suç işleyince de onun hakkında ceza uygulamaları idi. Vallahi, hırsızlığı sabit olan Mahzum kabilesinden Fatıma değil, kızım Fatıma bile olsa, ayrım yapmaz ve cezasını verirdim!” Diye buyurmuştur.
Güçlüden değil haklıdan, zalimden değil mazlumda taraf olan efendimiz emsal teşkil eden asrısaadet toplumunu bu şekilde oluşturmuştur. Güç prensibiyle değil hak prensibiyle hareket eden efendimiz kendilerine inanmayanlar tarafından da hayranlıkla izlenmiş ve incelenmiştir.
Bu toplumun oluşumunda ki örneklik günümüze ve geleceğe ışık tutacaktır. Ancak bize en güzel örnek olan yaşayan Kur’an’dan örnek aldığımızı söylemek pekte mümkün değildir.
Dünyanın her yerinde Müslüman kanı akarken acaba nerede yanlışlık yapılıyor ve Hz. Resulullah Efendimizi ne kadar örnek alıyoruz diye bir düşünmemiz gerekmez mi?
Allah’ın ipine topluca sarılması gereken Müslümanlar kendi aralarındaki kargaşa ve bulanık hava içerisinde neden yüzüyorlar diye sorulmaz mı?
Yüce Mevla’nın ipini bulmayı dahi akıllarından geçirememelerinin nedenini sorgulama ihtiyacı duymamız gerekmez mi?
Bugün dünya üzerinde adaletten bahsetmek pekte mümkün değildir. Mazlumlar her zaman olduğu gibi bugünde ezilmektedirler. Haklının dediği olsaydı her gün onlarca insanın kanı toprakla buluşup vücutları değersiz bir nesne gibi yere serilmezdi.
İnsanlara huzur ve refah getireceğiz diye binlerce insanın yok edilmesi ve bu katliamların adalet, barış, özgürlük gibi değersizleşen kavramlar altında kaybolup gitmesi de ne kadar hazin bir ortamın içinde olduğumuzun göstergesidir.
Gözlerimiz görmez oldu ya da gösterilenlerden başka şeyleri görmek adına hiçbir emek sarf etmeyecek seviyede fersizleşti.
İnsan eti yemeyen insanların Müslüman olsun gayrimüslim olsun milyonlarca insanın parçalara ayrılmasındaki bu acziyet bunu yapanların adaletinden medet beklerken Müslümanların İslam’ı yaşadıklarını söylemek pekte mümkün değildir.
Hz. Resulullah gelmeden önceki toplumu cahiliye olarak niteleyerek her türlü ithamlarda bulunurken o toplumlardan pekte farkı olmayan günümüzdeki toplumları modern ve özgürlükçü olarak nitelendirmemiz inandırıcılığını yitirmiştir.
Eğer oturup aklıselim olarak günümüz ile cahiliye dediğimiz o toplumu kıyaslayacak olursak pekte farkının olmadığını oyuncuların değişerek senaryonun aynı kaldığını çok bariz olarak görüp eski cahiliyenin yeni ve modern tezahürleriyle karşılaşacağız.
Her şeyi maddiyattan ibaret düşünüp değerlerini unutan toplumlar zaman sonra insanlıktan bihaber hayvana rahmet okutan bir hal alırlar. Bana neci ve rahatına düşkün bir halde İslam’ı yaşadığımızı söyleyemeyeceğimizi birçok ayet ve hadis bizlere bildirmektedir.
Bizler eğer İslam’ı tam olarak yaşarsak yani Kur’an ve Sünnete tam olarak uyup günümüz problemlerine çözümü bu iki kaynağın ışığında üretirsek işte o zaman küresel dünyada huzur ve refaha ulaşırız. Aksi halde bitkin ve bedbaht olarak kurulan senaryoların oyuncusu olmaya mahkûm olacağız.
Rabbim İslam’ı tam olarak anlayıp hayatını Kur’an ve sünnet ışığında belirleyen kullarından eylesin.
Yazan: Halim USTA