Süleyman Özışık Yazdı.
Yazıya başlamadan önce bilinmeyen bir detayı anlatayım.
Tarih 15 Temmuz 2016. Kanlı darbeden yaklaşık bir saat önce. Genelkurmay Başkanlığı`nın ışıkları yanıyor.
Mesai saati bittiği için personel dahil pek çok üst düzey komutan binayı terketmiş. İçeride Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Genelkurmay. 2. Başkanı Yaşar Güler, bir kaç kuvvet komutanı ve onların hizmetindeki emir subayları ile özel kalem müdürleri var.
Her iki komutanın korumaları ortalıkta yok, çünkü "Güvenlik Tedbirleri" gerekçesiyle bir toplantıya sokulmuşlar. Koca Genelkurmay`ın kapısında sadece nöbetçiler dışında iki veya üç asker var.
O sırada ana kapıya beyaz bir otobüs yanaşıyor. Asker kıyafetli, maskeli ve uzun namlulu silah taşıyan 60 kişi seri bir şekilde iniyor.
Darbeyi başlatan ilk kurşun bu sırada atılıyor.
Otobüsten inenlerden iki kişi, kapıda bulunan ve kendilerini şaşkınlıkla izleyen askerleri hedef alarak tetiğe basıyor. Aynı anda ağızlarda yankılanan kan dondurucu "Yere yat" talimatı geliyor.
Askerler panik ve korku içinde yere yatıyor. Ateş eden iki asker onları kelepçeleyerek başlarında dururken diğer askerler yıldırım hızıyla dağılıyor.
Büyük bölümü Hulusi Akar`ın bulunduğu makama yönelirken, onlardan ayrılan iki kişi başka bir yöne doğru ilerliyor.
Onların geldiğini gören Hulusi Akar`ın yaveri elinde bir dosya ile içeri girerek paşanın yanına sessiz bir tehdit gibi yaklaşıyor ve aniden silahını çıkararak kafasına dayıyor.
Akar`ın özel kalemi makam katına çıkan darbeci askerleri eskortluk yaparak onları Hulusi Akar ile ikinci başkan Yaşar Güler`in makamına sokuyor.
Hulusi Akar Paşa`nın önüne ilk etapta darbe bildirisi konuluyor ve imza atması isteniyor.
Paşa bağırarak direnince tekmelenerek yere yüzükoyun yatırılıp kelepçeleniyor. Boynuna kemer takılıyor ve imzalamaması durumunda katledileceği söyleniyor.
Ancak Paşa bu tehdide rağmen istenileni yapmıyor.
Aynı dakikalarda Genelkurmay İkinci Başkanı da kelepçeleniyor ve Akar Paşa`nın makam odasına getiriliyor.
Bu sırada Genelkurmay`ın bahçesinde dehşet verici başka olaylar yaşanıyor. Üst geçidin hizasında beliren tank, demir kapıyı parçalayarak Genelkurmay`ın bahçesine dalıyor. Aynı saniyeler içinde bir helikopter korkunç bir gürültüyle yere konuyor.
Darbecilerden iki kişi ise santral bölümüne yönelerek buradaki askerleri rehin alıyor. Askerlerin elleri kelepçelendikten sonra iletişim sağlanamaması için santraldeki teknik cihazlar otomatik silahlarla taranarak etkisiz hale getiriliyor.
İçerideki darbeciler, Genelkurmay Başkanı`nın bildiriyi imzalamayacağını öğrenince kendisini sürükleyerek binanın bahçesine indiriyor ve helikoptere bindiriyor ve Hulusi Akar böylece rehin alınıyor.
Geride kalan darbeciler ise Genelkurmay`ın içindeki diğer askerleri ve korumaları rehin alıyor.
Korsan bildiri bu sırada hazırlanıp yayınlanıyor.
Yukarıda anlattığım bilgiler, kurtarıldıktan sonra yaşadıklarını anlatan rehin askerlerin emniyette verdiği resmi ifadelerin özetidir.
Gelelim darbe ile ilgili kafa karıştıran detaylara...
Öncelikle şunu söyleyeyim. Bu darbe ordu içinde emir komuta zincirine uymayan belli bir kesimin planı olsa da, ben şahsen darbecilerin iddia edildiği gibi küçük bir azınlık olduğuna inanmıyorum.
Şundan net olarak eminim ki darbeye ilk etapta fiziken destek vermeyen pek çok komutan, sonuca göre hareket etti.
Bu komutanlar, "Darbe başarılırsa darbecilerden, başarılmazsa iktidardan yana tavır koyarız" düşüncesiyle uzun süre gelişmeleri izledi!
Dikkat edin!
Darbe girişiminin başladığı, Ankara, İstanbul ve Marmaris`te jetlerin ve helikopterlerin ölüm kustuğu sırada, 1. Ordu Komutanlığı hariç diğer hiç bir komutanlıktan ses çıkmıyor, en ufak bir refleks gösterilmiyor.
Hatta televizyon kanallarının aradığı pek çok kuvvet komutanının telefonlarına ulaşılamıyor.
Ne zaman ki darbe sabah saatlerinde akamete uğruyor, bu komutanlar ekranlara koşup "Biz devletin yanındayız, darbecilerle beraber değiliz" diye ardı ardına açıklama yapmaya başlıyor.
Gerek Cumhurbaşkanı, gerekse Başbakan`ın günlerdir "Sokaklardan çekilmeyin, tehlike henüz geçmedi" çağrısı, darbecilerin küçük bir azınlık olmadığını gösteriyor.
Pek çok askeri birlikten ulaştığım kişilerin ve bana ulaşanların verdiği bilgiye dayanarak söylüyorum.
Darbe tehlikesi henüz geçmedi, hatta ilk günkü girişimden daha büyük bir tehlike hala bizi bekliyor.
Gelelim girişimin neden başarısız olduğuna...
Ankara`daki darbenin başarısız olmasının iki ana nedeni var. Başkent`te kiminle konuştuysam, kilit rol olarak Melih Gökçek`i gösteriyor.
Gökçek darbe söylentisinden hemen sonra hiç kimsenin aklına gelmeyen bir şey yapıyor. Belediyenin hafriyat işlemlerini yapan dev kamyonlar ve otobüslerle kritik bütün yolları kesiyor.
Genelkurmay başta olmak üzere diğer bütün kuvvet komutanlıklarının önüne bu hafriyat kamyonlarını yanyana ikişer sıra halinde dizdirerek tank ve diğer askeri araçların geçişini engelliyor.
Sokaklarda darbeye karşı duranların anlattıklarına birebir şahit oldum. Hepsi ağız birliği etmişcesine, "Tanklar, Melih Gökçek`in yanyana dizdirdiği hafriyat kamyonları ile otobüsleri aşarak ana yollara çıkmak için epey mücadele etse de, başarılı olamadı. Biz zaten o tankların etrafını sararak içendekileri teslim aldık" diyor.
Gökçek`in darbeye karşı onurlu duruşu bununla da bitmiyor. Ankara`daki bütün elektronik bilboardlara, "İradene sahip çık" diye yazdırıyor ve nerede desteğe ihtiyaç varsa, halkı bizzat twitter üzerinden oraya yönlendiriyor.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi`ne doğru hareket eden darbeciler Gökçek`in yönlendirmeleri sayesinde yaklaşık 5 bin kişi tarafından karşılanıyor.
Bu insan selini aşmak için önce havadan, sonra tanklardan ateş ediliyor ancak onlarca şehit verilmesine rağmen halk geri adım atmıyor.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi`nin karşısında bulunan Jandarma Genel Komutanlığı`na konuşlanan iki keskin nişancı, tanka yaklaşanları tek tek indirmesine rağmen halk tankın üzerine çıkıyor ve içindekileri çıkarıp linç ediyor.
Bir başka ayrıntı...
Ankara Emniyet Müdürlüğü F 16`lar tarafından bombalanıyor, helikopter tarafından sürekli ateş altında tutuluyor.
Gökçek`in yönlendirmesi üzerine, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi önündeki tehlikeyi bertaraf eden halk Emniyet`e doğru yürüyüşe geçiyor. Ancak burada tuhaf bir gelişme yaşanıyor.
Devletin başındakiler "Sokaklara çıkın" demesine rağmen, yola barikat kuran Çevik Kuvvet, halkın Emniyet`e ulaşmasına izin vermiyor. Kısa bir sürtüşmenin ardından halk barikatları yararak emniyete ulaşıyor ve orada mahsur kalanları kurtarıyor.
Ve en önemli soru...
"MİT, aylardır dilden dile dolaşan, twitter`da bile insanların konuştuğu darbeyi nasıl oldu da haber alamadı?"
Beni derin şüphelere sevkeden bu sorunun cevabını dün Ankara Emniyeti`nde görev yapan çok önemli bir isimden aldım. Bahsini ettiğim kişi, şu anda devletin çok ama çok önemli davalarından birini yürüten ve sürekli istihbarat toplayan biri...
Anlattıkları kan dondurucu...
"İlgili şikayetimizi aylardır devletin tüm kurumlarına ilettik. Yürüttüğüm dava ile ilgili istihbari bilgi aldığım Emniyet İstihbarat Teşkilatı`nın büyük bölümü paralel yapının elinde! Savcının emriyle ve resmi yazıyla istediğimiz bilgiler bize verilmiyor. En önemsiz gördüğümüz bilgiler bile ya iş işten geçtikten sonra veriliyor, ya da cevap alamıyoruz. Sadece şu kadarını söyleyeyim. Emniyet ve Jandarma İstihbarat birimlerine operasyon yapılmadığı sürece bu ülkede daha çok bombalar patlayacak, darbe girişimleri olacak ama MİT`in bunlardan asla haberi olmayacak" diyor.
Altını kalın çizgilerle çizerek tekrarlıyorum.
Bunları söyleyen kişi, şu anda devletin çok ama çok önemli davalarından birini yürüten ve sürekli istihbarat toplayan rütbeli bir polis!
Son olarak...
Darbe girişimi sırasında camilerden ezanlar ve selalar yükselmesine eleştiri getirenler oldu, oluyor.
Onlara söylenecek tek şey var.
Geçmişin darbeleri ezan seslerini kesmek için yapılırken, şimdiki darbelerin önü ezan ve tekbir sesleriyle kesiliyor.
İtiraf edin ki size koyan bu..