Sebahattin TALU
İstanbul'un Güngören semti, Ankara Anafartalar Çarşısı, Diyarbakır'daki özel dershane ve otobüs durağı, Şırnak'ın Beşağaç köyü, Hakkâri'nin Dağlıca köyü ve son olarak yine Hakkâri'nin Aktütün köyü size neyi hatırlatıyor? Terörü. Yani dramı. Çünkü, bu terör eylemlerinde 70'i geçkin asker, polis, korucu, esnaf, öğrenci ve vatandaş hayatını kaybetti, 200'ü geçkini de yaralandı.
Gerçekten de bir dram yaşandı ve maalesef ki daha da yaşanacak gibi görünüyor. Çünkü, PKK, terörden vazgeçmiyor, siyasi uzantısı olarak bilinen DTP de üstlendiği PKK borazanlığını resmen ve aleni sürdürüyor.
Öncekilerde olduğu gibi, şu son bir yıldır meydana gelen tüm saldırılar sonrasında da bizim basın, sürekli olarak, "Hain saldırı", "Kahrolsun PKK", "Sınır ötesi operasyon", "Şehit cenazeleri", "Ne olacak bizim halimiz?", "ABD, Barzani" ve son olarak da "İhmal var mı?" ve "Golf turnuvası" gibi konuları işledi ve halen de işlemeye devam ediyor. Bu böyle geldi ve maalesef böyle de gidiyor.
Şimdi, biraz burada, DTP ve söylemlerine dikkat çekilmesi gerekiyor. Neden? Çünkü, akan kanın durması konusunda, çok önemli bir misyonu üstlenebilme imkânına sahip tek parti, oluşum, taraf veya temsilci gibi görünen DTP'nin, bu imkânı nasıl kullandığı veya nasıl kullanmaya çalıştığını görmek, incelemek, anlamak ve sonuçta bir değerlendirme yapmak gerekiyor.
Dikkat edilirse DTP, asker ve polise yönelik tüm PKK saldırıları sonrasında, aynen PKK'nın ROJ TV aracılığı ile sürekli sarf ettiği gibi, klişeleşmiş açıklamalarda bulunuyor. "Devletin imha ve inkâr politikaları devam ettiği sürece, bu kan, akmaya devam eder. Oysa biz, barıştan, kardeşlikten, demokrasiden yanayız ve çözüm için diyalog şart" diyor. Biraz sıkıştığını hissettiğinde ise; "Daha fazla kan akmasın" diyerek, işin içinden çıkmaya ve kendilerince karşı tarafı, yani her zaman olduğu gibi, devleti suçlayarak, haklıyı oynamaya çalışmaya devam ediyor. Bir keresinde dahi PKK'yı kınamıyor, sorumluluğu az da olsa üstlenmiyor. PKK basıyor, kurşun sıkıyor, gencecik insanların hayatlarına son veriyor, ama DTP, "Yavuz hırsız"lık misali, her defasında yine Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türk Silahlı Kuvvetlerini, hükümetleri ve nihayet sürdürüldüğünü iddia ettikleri politikaları suçluyor.
DTP, PKK'nın sivillere yöneldiği eylemler sonrasında ise bu sefer, farklı bir tutum sergiliyor. Bu sefer, eylemlerin hemen sonrasında, yani talimat beklemeksizin, kendiliklerinden ve basın açıklamasıyla kameralar karşısına geçerek, "Ben yapmadım, o yaptı" tarzında açıklamalarda bulunuyor. "Bu bir komplodur. Provokasyon var. Gerçek failleri bulunsun. Barışı istemeyen güçlerin, çetelerin işi" diyerek, yine devleti ve devletin içindeki sözde derin devleti hedef göstermeye, son dönemde de herkesin merak ettiği şu meşhur "Ergenekon"a bağlamaya çalışıyor. Yani, yine PKK hiç yok!!!
Olayların aydınlandığı, net olarak ortaya konulduğu, PKK'nın üstlendiği veya üstlenmek zorunda kaldığı durumlarda dahi DTP, PKK'yı hiç kınamıyor, belki de kınayamıyor, suçlayamıyor. Peki, ne yapıyor? Taktik hiç bitmiyor. Bu sefer, "Biz yapmadık, onlar yaptı" diyemiyor, yerine bu kez "Terör kimden gelirse gelsin, hoş görülemez" diyor ve yine PKK'yı ağızlarına almıyor. Terörün kimden geldiği net olarak görüldüğü, bilindiği, ortaya çıktığı halde, buradaki bilerek ve son derece sinsice kullanılan "Kimden ?" ifadesiyle, sanki Devletin de terör yaptığı/yapabileceği gibi bir mesajın verilmesine, ima edilmesine, kafaların karıştırılmasına, soru işaretleri bırakılmasına gayret sarf ediliyor.
DTP Genel Başkan Ahmet Türk liderliğindeki DTP'liler, son Aktütün saldırısına ilişkin olarak yapmak zorunda kaldıkları açıklamada, bu kez sadece "Üzüntü duyduk" diyebildiler. Bu son derece sade açıklamada, yine PKK'nın adını ağızlarına almadılar. Ancak bu sefer hiç olmazsa, devleti de suçlamaya, karalamaya gitmediler, çamur atmadılar. "Dram"ı, "güler misin, ağlar mısın" senaryolu "Komedi"ye çevirmediler. Belki de gidemediler/atamadılar/çeviremediler. Olsun, nasıl olursa olsun, bu da kabulümüz. Çünkü, hiç olmazsa bu sefer, geçmişte olduğu gibi "sinsi" bir dansözlükle terörü "Kınıyor" gibi görünüp, "Ikınma"yı tercih etmediler.
"Üzüntü duyduk" şeklindeki ifadeleri gerçekten samimi miydi, bilinmez!!! Şeytanın avukatlığını yapmak gerekmiyor belki ama -geçmişteki akıl ve mantık almaz taktikler akla geldiğinde, bu ister istemez kaçınılmaz olabiliyor bazen- gerçekten üzüntü duydularsa, acaba neye üzüldüler? Üzüntüleri, toplumun neredeyse tamamının kapıldığı üzüntüyle aynı doğrultuda paralellik gösteriyor mu? Bunlar da bilinmez!!! "Taktikleri mi bitti acaba" diye de düşünülebilir mi!!!
Çünkü, bu güne kadar, "tuttuğumuz kulübün yönetimi ve taraftarlarımız kızmasın" diyerek, topu hep taca attılar, faul yaparak, vakit geçirmeye çalışarak, centilmenlik dışı hareketler yaparak, adeta karşı takımı ve taraftarlarını çileden çıkarttılar ve zaman zaman bu nedenle UEFA'dan, FİFA'dan ceza aldılar. İçlerinde centilmen olanlar da vardı belki ama, onlar da "Sertlik" yanlısı kulüp yöneticileri ile bazı taraftarlarını bir türlü geçemediler, aşamadılar.
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com