Necip Fazıl "dava" demiş,Nazım Hikmet "halk" demiş,
Bizce her ikisi de büyük günah işlemiş.
Manitam medium Zeliş, bendeniz X large Memiş
Annem ninni söylerdi "yavrum savaşma seviş"
Bize ne Necip Fazıl ne de Nazım Hikmet'ten,
Felekten gün çalarız,bize ne memleketten.
Benim yaşıtlarım 1980 kuşağı olarak adlandırılabilir. Bir yönüyle de 1968 kuşağının devamıyız.1968 yılında Fransa'da çakılan kıvılcımla tutuşturulan öğrenci olaylarının Türkiye'ye sıçraması ile bizde de gençlik hareketleri ivme kazanmıştı.
Önceleri tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sempati ile karşılanmıştı bu hareket. Ama daha sonra işin içine silahlı çatışma girmişti. Oysa çok okuyan, tartışan, analitik eleştiriler geliştirebilen bir gençlik birden bire kendisini çatışmanın içinde bulmuştu. 68 kuşağı 12 Mart 1971 darbesiyle, benim kuşağım da 12 Eylül 1980 darbesiyle durduruldu(esprili bir şekilde anlatmak gerekirse 12 Mart ve 12 Eylül ikimiz de on ikiden vurulduk).
Böyle bir giriş yapmamın nedeni: literatürde bu konularda yazılmış yüzlerce kitabın var olduğudur. Geriye dönüp yaşanan sürecin, olumlu ve olumsuz, daha net bir söylemle doğrular ve yanlışlar bağlamında değerlendirmesini yapabilecek taraflardan biriyim. Yaşanan süreçte gençlik hareketlerinde rol alan aktörlerin daha sonraki dönemlerde olumlu yönde yaşadığı değişim ve gelişimin yanında bazılarının ise başkalaşma evrimine de tanık olduk. Bazen eski düşmanları fiili bir çıkar birliğinde iki samimi dost olarak bile görebiliyoruz artık.
Asıl önemli olan 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yaşanan süreç ve bu süreçte beni korkutan verilerdir. Çünkü 70'li yılların gençliği hangi siyasal yapılanmanın içinde olursa olsun, toplum çıkarlarını hedef alan bir sorumluluk bilinciyle hareket ediyordu.
Her darbenin bir gerekçesi vardır.1980 darbesinden sonra bir generalin gerekçe için ifade ettiği şu sözler manidardır "aslında bir yıl önce yapacaktık, olgunlaşsın diye bir yıl bekledik." 80 Darbesinin görünür gerekçesi anarşi ve can güvenliği idi. 11 Eylül günü var olan anarşi,12 Eylül sabahı bıçak gibi kesilmişti. Darbe gerekçesi yerine getirildikten sonra, darbenin hurafeleri sürecine girilir, bu süreç hurafelere iman etmiş darbe müminlerinin katkısıyla/eliyle yürütülür. 1980 darbesinin gerekçelerinde aranan asıl suçlu da tespit edilmişti; politize olmuş toplum. Panzehiri de hemen hazırlandı.1982 Anayasası başta olmak üzere 1980 sonrası Türkiye'de tam bir depolitizasyon uygulanmıştır. YÖK'le üniversiteler kontrol altına alınmış, sendikalar, vakıf ve dernekler yasaklarla çevrelenmişti. Olağandışı dönemler, özgürlükler açısından bakılınca; tüm yurt sathının bir nevi cezaevi haline büründüğü dönemlerdir, dolayısıyla yurttaşlar da en azından mahkum değilse bile tutuklu gibi bir süreç yaşarlar. İşin garip tarafı 1980 öncesinde yaşanan can güvenliği sorunu, darbecilerin düzenlemelerine de halk nezdinde doğal bir meşruiyet sağlamaktaydı.
12 Eylül döneminde uygulanan sansür politikalarıyla basında magazinel içerikli yayınlar tavan yaptı (Tan gibi gazeteler traj patlaması yapıyor ,milli çapkın haberleri dillerde dolaşıyordu). Gazetecilerin gazeteleri, süreç içinde yerlerini birer birer patronların gazetelerine bıraktı. Onurlu kalem sahipleri mahkemelerde, hapiste, yada göz hapsinde olduğu için basın içinden de bir tepki doğamadı.
Dolayısıyla basın eliyle de toplum depolitize ediliyordu. Buradaki amaç düşünmeyen, sorgulamayan, olup bitenlerle hiçbir biçimde ilgilenmeyen apolitik bir kitle yaratmaktı. Bunun için de ciddi bir kültürsüzleştirme politikası olarak popüler kültür pompalanmıştır. 1960 yılların ikinci yarısında hippilerin geliştirdiği "savaşma seviş" benzeri bir yönlendirmeydi bu.
Toplum ve özellikle gençler o dönemde siyasetten doğan boşluğu da genellikle moda, eğlence ve içi boş fan kulüpler, arkadaş grupları gibi ciddiyeti olmayan amaçsızlıklarla doldurmaya çalıştılar. Özgürlükler bilimde olduğu gibi sanatta da kısıtlandığından ötürü, bu dönemde oynanan tiyatro eserleri ve çekilen sinema filmleri de depolitizasyonun etkisi altındaydı.
12 Eylül rejiminin ektiği kültür erozyonunun hasadına bakarsak neler görüyoruz? Pembe diziler, "Biri bizi gözetliyor", Televole, Pop Star, Gelinim olur musun?, Zekeriya Beyaz'lı programlar vs… Halka, özellikle geleceğimiz olan gençliğe entelektüel düzeyde zerre katkıda bulunmayan bu programların izlenme rekorları kırması da ayrı bir trajedidir.
Sonuçta nereye vardık?
USADEM, 1980'lerde yaklaşık 3 bin,1990'ların sonunda bin 200 ve 21. yüzyılda da iki ayrı dönemde 2 bin 500 ve 5 bin kişiyle gerçekleştirdiği araştırmadaki verilerden ikisine bakarak 80 öncesi ve 80 sonrası neslin farklılaşmasının boyutunu görüyoruz.
Zengin olmanın yolu nedir? sorusuna, 80 gençliği "eğitim" karşılığını vermiş.takip eden yanıtlar: ticaret, memurluk, miras ve şans oyunları olarak sıralandı.
Aynı soruya 90 ve 2000'li yılların gençlerinin verdiği yanıtlarda ciddi bir farklılık var. İlk sıraya "miras" yerleşirken, şans oyunları, politika ve ticaret takip eden yanıtlar oldu.
Hayatta en çok değer verilen olgular sıralamasında 1980 gençliğinin "sevgi" tercihi, 90 ve sonrasında "para" olarak değişti.
Özetlemek gerekirse, 80'li yıllarda darbenin ve uygulanan politikaların getirdiği apolitikleşme ve popüler kültür nedeniyle sorunlara duyarsız, bireyci, maddiyatçı ve şekilci bir gençlik modeli ortaya çıkmıştır. Peki 80'lerin getirdiği kültürel yozlaşmanın etkilerinden kurtulabilmek mümkün mü?
Aslında mümkün.
Biz hiçbir darbe sonrası darbeyi sorgulayabilmiş değiliz, bu nedenle de darbenin ektiklerini hayatımızdan silmek bir yana, hala darbenin ektiklerini biçmekteyiz. Bundan kurtulmanın birinci ayağı; olağan dönem mahsulü sivil bir anayasa yapmaktan geçiyor.
Yazılarımı takip edenler, ısrarla 1982 Anayasasının bir tepki anayasası olmasından dolayı özgürlükleri kısıtladığını, yasaklar çemberinde de ilerlemenin, çağdaşlaşmanın, mümkün olmadığını söylediğime tanıktırlar. Bir başka yazımda belirttiğim gibi başlangıç metnini iki kez değiştirdiğimiz 82 Anayasasının, 70 civarında maddesini değiştirdik, bazı maddeleri kaldırdık. Hala daha değişikliklere gebe bir anayasamız var. Deyim yerindeyse bu anayasayı tamir etmekten yorulduk desem doğrudur. Yeni bir anayasa dememin nedeni de budur.
Yazıya hicveden dizelerle başlamıştım,yazının sonunu da ironik bir fıkra ile bağlayalım mı?
-Temel ile Fadime'nin oğulları sık sık hastaneye yatar, birkaç ameliyat geçirir ama doktorlar tekrar ameliyat gerekecek deyince; bunalan ve yorulan Temel, eşi Fadime'ye;
-Fadime anladım ki ha bu uşak adam olmayacak, yaşımız ilerlemeden gel sağlam bir uşak yapalım.
Hayrettin Çakmak/20.07.2006
hayrettincakmak@hotmail.com