Dün sayın Başbakan Davutoğlu Brüksel’de idi.
Dün ayrıca geçen haftaki Charlie Hebdo saldırısının yansıması olarak Belçika Güvenlik güçleriyle «radikal islamcılar» arasında silahlı çatışma çıktı ve yine insanlar öldü…
Geçen haftaki devasa tarihi yürüyüşe, ilgili-ilgisiz, ifade özgürlüğüne duyarlı olduğunu iddia eden birçok hükûmet ve devlet başkanı katıldı.
Yanılmıyorsam A.B.D. Paris Büyükelçisi ile temsil edildi ve A.B.D. sonradan pişman olduğunu bildirdi.
Obama fırsatı kaçırdı ve «Böyle olacağını bilseydim, ben de katılırdım» demeye getirdi sözü…
***
Demokrasinin en güzel günlerini yaşamış biri olarak çok iyi bilmekteyim ki o devir kapandı.
Koşullar ve dengeler değişti…
Eskiden kutsal saydığımız birçok değerin yerinde yeller esiyor…
Herkese sanallık sunan elektronik bir devrim yaşıyor insanlık…
Erkekler kadınların, yaşlılar gençlerin, zenginler fakirlerin yerine karar veriyor dünyamızda!
Kadınların, gençlerin, fakirlerin birçoğu bu nedenle dünyadan bihaber…
Sadece biliyorum sanıyorlar…
***
Kim olursa olsun, her insana asgari üç şey gerekli : İş-Aş-Eş…
Peki bunların üçü de bir arada olmak kaydıyla kaç kişide var bunlar?
Kullanılan ideolojik maskeler veya kavramlar karın doyuruyor mu?
Hem işi, hem aşı, hem de eşi olanların kaçta kaçı gerçekten mutlu?
Mutluluğun tanımında anlaşma sağlandı mı, yoksa mutluluk bir nevi medyatik moda mıdır?
Önemli olan mutlu görünmek ve mutlaka birilerine benzemek mi, olmak mı?
***
Demem o ki, eski dönemlerden kaynaklanan sandıksal katakullilerle oysal çoğunluğu elde edenler iktidar olsalar da, muktedir olamıyorlar.
Sertleşme yoluna girerek, alışık olduğumuz veya alıştırıldığımız ama sevdiğimiz eski demokrasiden uzaklaşıyorlar…
Tabii bu arada müktesep sosyal haklardan da…
Yeni fakirler yaratarak…
***
Globalleşen dünyada, özellikle Batı Avrupa’da, işsizlik ve nüfus yaşlanması çözümsüz boyutlarda…
Göç, olumlu ve olumsuz yönleriyle, sömürgecilik döneminin artçı sarsıntısı gibi kaçınılmaz…
Çok dillilik ve çokkültürlülük içinde barış içinde hoşgörü ile yaşamak kaçınılmaz bir zorunluluk.
Sempatiye geçmeden önce empati ve ötekileştirmemek şart…
Kriz dönemlerinde aşırı sağ küllerinden hortlarcasına yeniden doğuyor…
Ondan kaynaklı yabancı düşmanlığı, ırkçılık, dışlanma ve fakirleşme yaygınlaşıyor.
Kısacası olayın ilk mağdurları tüm dünyadan göç etmiş fakirler; başında da müslümanlar…
Bugünlerde Belçika’da 50.yılı kutlanan Türk Göçünün ilk yıllarında ebeveynlerimiz dil bilmedikleri için seslerini duyuramadılar…
Dernekler ve federasyonlar bünyesinde örgütlenmiş, sübvanse edilen günümüz gençleri lafın altında kalmıyorlar…
Batılılar hem huzursuz, hem çaresiz…
Özellikle iyi niyetli dostlarımız…
Gelinlerimiz, damatlarımız ve aileleri…
Tatillerini cennet Türkiye’de geçiren konuklarımız…
Naçızane görüşüme göre, potansiyel Türk Lobisi’nin çekirdeği olan bu kişilerini gözümüz gibi korumalıyız…
***
Sayın Murat Karayalçın’ın Başbakan Yardımcısı olduğu DYP-SHP koalisyonu döneminde Prof. Dr. Tolga Yarman Brüksel’e Kültür Müşaviri olarak atanmıştı.
Sanırım 90’lı yıllardı. (1995 olabilir).
Mensubu olduğu partinin XX.ci dönem Aydın milletvekili Sema Pişkinsüt kahvelerde Türk göçmen işçileriyle buluşmak, sorunlarını birebir dinlemek istemiş ve bu amaçla Brüksel’e gelmiş.
Telefonum çaldı, arayan değerli dostum Tolga Yarman idi.
-Yakup’çum milletvekilimiz senin eve yakın bir Türk kahvesinde halk ile buluşma toplantısına gelmiş, bir zahmet senin de orada olmanı isterim diye ricada bulundu.
Kıramazdım, haftasonu demedim gittim.
Türk Mahallesi’deki Saint-Servais Kilisesinin yanındaki Play-Time Kahvesi’nde (çoğunluğu Balkan göçmeni), İstanbul ve Bursa kökenli 15-20 kişi vardı…
Söz süresi yaklaşık bir dakikaydı ve milletvekili hanımefendi elinde kalem durmadan not alıyordu…
Söz sırası bana geldiğinde : «Efendim, öncelikle hoş geldiniz. Siz bir hekimsiniz (içhastalıkları uzmanı). Size ve meslektaşlarınızın çoğuna göre biz gurbetçiler ‘hastayız’, siz milletvekilleri de ‘hekimsiniz’ ve ‘seyyar tansiyoncu’ gibi dolaşıyorsunuz. Sorunlarımızı ilgili mercilere ileteceksiniz, teşhis konacak ve ilaç yazıp tedaviyi uygulamaya koyacaksınız ; o kadar bilginiz varsa lütfen Türkiye’yi düzeltin, bizler de düzeliriz» gibi sözler sarf ettim.
Kendileri gülümsedi, «seyyar tansiyoncu» benzetmenizi meclis kürsüsünden dile getireceğim, diyerek söz verdi.
Derin bir sessizlik oldu, herkes birbirine bakıştı…
***
Sorunlar çözülmedi, aksine artarak devam etti, işsizlik, eğitimsizlik ve cahilliğe birde hayat pahalılığı eklendi.
Şimdi durum daha da karmaşık.
Kavramların içi boşaldı, insanlar birbirini dinlemiyor, anlamıyor, bağnazlık öldürücü boyutlarda.
Herkes kendi havasında!
Salmışlar bizi çayıra, Mevlâm fakirleri kayıra…
Yakup Yurt ©
Brüksel, 16-01-2015