Belçika federatif yapıya geçmeden önce Belçika siyaseti üç ayaklıydı : Sosyalist, liberal ve hıristiyan.
Ve doğal olarak bunlara tekabül eden ulusal siyasal partiler vardı.
Herkesin evi-yeri belliydi…
Sonra SSCB dağıldı, Berlin duvarı yıkıldı, AB genişledi, küreselleşme yaygınlaştı…
Komünizm ve sosyalizm öldü yerine bir tek kapitalist "demokrasi" kaldı…
Bulundukları ülkelerin vatandaşı olan yabancı kökenlilerin sayısı milyonlara ulaştı.
Kentlerin demografik, sosyolojik ve kültürel yapıları değişti.
Göç yapısal bir olgu haline geldi ve göçmenler kalıcılaştı.
Yabancı kökenli bakanlar, milletvekilleri, encümenler çoğaldı.
Yeni düzene ayak uyduran partiler isim değiştirmeye başladılar.
Soldan sağa transferler olağan hale geldi.
Herkesin gerçekte paracı olduğu ortaya çıktı.
***
Eskiden PS olan sosyalistlerin partisi PS olarak kaldı.
Eskiden PRL olan liberallerin partisi MR (Reformcu Hareket) oldu.
Eskiden PSC olan hıristiyanların partisi CDH (Demokrat Hümanist Merkez) adını aldı.
Bir de bunlara ECOLO (Yeşiller Partisi) eklendi.
2003 yılında bu partinin eşbaşkanı olan Isabelle Durant'ın ifadesiyle "Sosyalistler de sol, biz de, ama biz Ariel + gibiyiz, daha iyi yıkarız" diyen eskilerin yarattığı kirliliği temizlemeye aday çevreci kapitalist parti !
Yani oy avcılığı adına yapılmadık şey, söylenmedik söz kalmadı.
Bütün siyasi partiler oy potansiyeli yüksek "yabancıları" bünyelerine serpiştirdiler.
O nedenle de Emirdağ'lıların çoğunlukta olduğu Brüksel'de Emirdağ kökenli adaylar çoğunluktaydı…
İşin garibi Türkiye içi siyasette sağ partileri destekleyen çifte vatandaşlarımız Belçika siyasetinde oylarını çoğunlukla müktesep (kazanılmış) sosyal hakların savunucusu rolünü oynayan sol partilere veriyorlardı…
Tuhaf bir siyaset mühendisliği uygulaması yaşanıyordu…
***
Bugün
CDH partisindeki son gelişmelerle ilgili olarak bir memnuniyetsizliği dile getiriyordu…
Couscous (Arap), Dürüm (Türk) Helal (Müslüman) benzetmesiyle partinin Arap ve Türk kökenlilerin, yani müslümanların, eline geçtiği ima ediliyordu…
Müthiş bir hayal gücü…
Mahinur Özdemir isminde bir Türk kızı Brüksel Parlamentosuna başörtüsüyle girmişti.
Hamza Fassa-Fihri isminde Fas kökenli Bölge milletvekili ve Brüksel Nüfus Encümeni parti başkanı Joëlle Milquet tarafından CDH Brüksel Bölge Başkanlığına tek aday olarak önerilmiş, partide huzursuzluk çıkınca üçlü yönetim yolu seçilmişti…
Yani başkanlık sultası sadece Türkiye'de yoktu…
Dünya Kadınlar Günü'nde PS'in bölge milletvekili Emin Özkara ve PS'in yeni transferi Halis Kökten Türk erkeğinin centilmenliğini kanıtlarcasına sokaklarda kadınlara "sosyalizmin ve aşkın simgesi" kırmızı gül dağıtmışlar ve herkesi şaşırtmışlardı…
Beyefendilerin bugüne kadar kendi eşlerine çiçek verip vermedikleri merak konusuydu…
Aynı Emin Özkara Brüksel meclis kürsüsünden konuşmuş ve Brüksel toplu taşıma şirketi STİB'in Brüksellileri yeterince istihdam etmediğini haklı olarak dile getirmişti.
Yani artık yabancı kökenliler birşeyler yapıyor, söylüyor, dolayısıyla rahatsız ediyordu.
Başörtülü kızımız kendisini eleştirenlere cevaben "kendilerini Nazi döneminde mi sanıyorlar ?" türünden birşeyler söylemiş ve anında tepkilere neden olmuştu…
Kısacası yerli Avrupalılar şaşkındı ve … arayış içindeydiler…
Yaşadıkları kimlik bunalımına yabancı kökenliler üzerinden çareler üretmeye çalışıyor, yani politika yapıyorlardı.
Kolaycılığa kaçarak savunmasızlara vuruyorlardı…
***
Bu arada Brüksel'de koyun eti üretiminin % 50 si helaldi !
Yabancı kökenlilerin demografiye katkıları çok önemli.
Brüksel'deki yıllık doğum toplamının yarısı yabancılardan olma.
Et-balık lokantaları, pidecileri, çorbacıları, dönercileri, etli ekmekçileri, köfteci, içli köfteci, çiğ köftecileri, fırıncıları, dürümcüleri, simitçileri, marketçileri, mobilyacıları, kuyumcuları ve her türlü esnafıyla Türkler ekonomik ve dolayısıyla siyasi bir güç olmuşlardı.
Yani "Atı alan, Üsküdar'ı çoktan geçmişti"…
Ve bu canlılık bütün olumsuzluklara rağmen kıskançlık yaratıyordu !
Doktorlarımızı, avukatlarımızı, mühendislerimizi, kısacası arakadan gümbür gümbür gelen, kendileriyle barışık, evrensel düşünen pırıl pırıl üniversiteli gençlerimizi de unutmuş değilim…
***
Peki iyi hoş ta, bütün bunlar yeterli olmadığı kesin !
Kaliyete ve hijyene daha çok önem vermek zorundayız.
Belçikalı dostlarımız bizi yeterince tanımıyorlar.
Dolayısıyla da korkuyorlar ve korku bahçesinde sevgi çiçekleri yeşermiyor.
Korkuyu yenmenin ve yok etmenin yolu iyi dil bilmekten ve diyalogtan geçer !
Sempati empatiden geçer, ama empati de sempati duyulan için daha kolay yapılır…
Irkçılık hayallerin yıkıldığı kriz dönemlerinde hortlar.
Hayalleri yıkılan ve canından başka kaybedecek bir şeyi olmayanlar tehlikelidir.
Irkçılığın azalması herkesin lehinedir.
Ve bu yönde çalışmak hepimizin görevidir…
Kabuslardan çıkıp güzel rüyalar görmek ve hayaller kurmak herkesin hakkıdır !
Yakup Yurt ©
Brüksel, 17 Mart 2010