Gündoğdu Yıldırım Yazdı.
Hayatın tadı edebiyattadır.
Kim ne derse desin dünyada edebiyat kadar değerli bir şey yoktur. Edebiyat; ekmek kadar, su kadar vazgeçilmezlerimizden birisidir. “İnsan neden yaşar?” sorusuna verilecek belki de tek cevap edebiyattır.
Dünyaya açılan tek penceredir edebiyat. Edebiyatın olmadığı yerde yaşam da olmaz.
Edebiyat ihtiyacımızı, yazarların yazdıkları kitaplar sayesinde karşılarız.
Her yazılan eser, düş dünyamızda yeni bir pencere açar.
Okuduğumuz her kitapta, gidemediğimiz, göremediğimiz coğrafyaların, yaşamlarını buluruz. Kitaplar, bizleri şehirlerin aldatıcı karpostallarından da kurtarır bir anlamda. Çünkü karpostallar, bizlere kentlerin, kasabaların iyi yanlarını yansıtır her zaman. Oysaki bu kentlerin bir de hayatın zorluklarıyla yoğrulmuş, yaşam kokan yanları vardır. Kitap, karpostalların sunduğu, zengin, süslü ana caddelerinin yanında, arka mahallelerin akıp giden yaşamından, akşamları evine yorgun argın dönen aile babalarından; balkondan balkona hayatın zorluklarından dem vuran kadınlarından; sokaklarda yarı aç yarı tok oyuna dalan çocuklardan fotoğraflar sunar bizlere… Bir anlamda kitap yaşamı tüm gerçeği ile yakından izlemenin; birçok coğrafyada gerçek bir bakış açısı yakalamanın en objektif yorumudur. Okuyucu kitapla, yaşama dokunur; yaşamla duygusal bir bağ kurar ve insanın gerçeğini insanla algılamanın hazzına varır.
Edebiyatla zaman mekân sınırlaması olmadan elimiz, gözümüz, ruhumuz değer her bir yere… Zengin, yoksul, siyah, beyaz yaratılan kişiliklerle, bizler de farklı rollerde düşünüp yaşamanın tadına varırız. Önyargıları yıkmanın; yaşamı empati ile yoğurmanın; kısacası insan olmanın; her şeye insanca bakmanın yolunu buluruz.
İyi anlatımlar, iyi kurgular, iyi tasvir ve betimlemeler görüş, düşünüş ve duygumuzu daha bir zenginleştirir. Birebir yaşarız anlatılanı. Kalp atışlarımız olayın akışına göre seyreder.
Elif Şafak; edebiyat yazarlarımızın en iyilerindedir. Her yazdığı kitap yok satar. Ekranlarda konuşmacılar Elif Şafak edebiyatını tartışır. Bir sürü dedikodu ortalığa saçılır; “Yok efendim; Elif Şafak Nobel Ödülü almak için yazdı bu kitabı. Avrupa’ya şirin gözükmek için bu konuyu ele aldı. Bu fikirler aslında ona ait değil. Kendisinin fikri çok başka!” “Çamur at izi kalsın.” mantık budur.
“Aşk” kitabının kurgusu, anlatımı ve verdiği mesajlarla ülkede okurların dünyasında bambaşka bir yer edinmiş; kapitalizmin bize unutturduğu değerleri tekrar hatırlatmıştır. Mevlana, Şems… Yaşam felsefemiz haline gelmiştir. İyilik, güzellik, paylaşım ve dünyevi değerler sorgulanmış, insani değerlerin tek yol olduğu bilincimize kazandırılmıştır.
“Baba ve Piç” kitabı yayımlandığı dönemde ülkede ses getirmiş, üstü örtülmüş meseleleri tekrar tartışmaya açmıştır. Romanda anlatılan azınlıklar meselesi tabu olmaktan çıkmış; insanların konuşabileceği bir mesele haline gelmiştir.
Edebiyatın toplumun her kesimine girebilmesi, toplumsal sorunları gündeme taşıyabilmesi gerçekten takdir edilmelidir.
Edebiyat aynı zamanda toplumsal bir meseledir.
Edebiyatın kaynağı toplumdur.
“Havva’nın Üç Kızı” kitabı insanların en çok ilgi duyduğu bir mesele üzerinde yazılmıştır. Kitabın akıcılığı, anlatımın sadeliği göze kendini hissettirir. Dili çok güzeldir.
“Havva’nın Üç Kızı” hiç sıkılmadan okunabilecek bir kitaptır.
Edebiyatı edebiyat yapan; anlatılan olayların, yapılan kurguların yaşamsal olmasıdır. Elif Şafak, “Havva’nın Üç Kızı” romanında yaşamsal olanı yakalamakta biraz güçlük çekmiş. Olaylar ve kişilerin yaşadıkları yaşana bilirlik noktasında tereddütler yaratmış; “Olayda geçen kişiler için; bu kişi bunu söylemez, böyle düşünmez; şunu yapmaz.” dedirtmiştir. Yazar, kahramanlar ve olay örgüsünde yeterli doğallığı yakalamakta biraz güçlük çekmiş.
Ete kemiğe bürünmeyen yapıtlar istendik başarıyı gösteremezler. Ne kadar reklam yapılırsa yapılsın okuyucu kitapta kendini bulamadığı için, yeterli ilgiyi göstermez.
Yazarın ünlü ve medyatik olması, kitabın tutması için yeterli bir olgu değildir. Ünlü olduktan sonra yazdıkları okunamayan bir sürü yazar vardır. O nedenle yazarlar, yazma sürecinde; “bir önceki eserim kadar iyi yazabilecek miyim?” diye bir kaygı içine girerler. Her yazarda böyle bir kaygı vardır.
“Hava’nın Üç Kızı” romanında, daha iyi yazma kaygısı sanırım yeterli gelmemiş. İstendik başarıyı yakalayamamış yazar.