Geçen haftaki yazımda da hükümet-cemaat ilişkilerini irdelemiştim. Geçen haftaki yazımda bugün yazacaklarımın alt yapısını kurguladım. Şimdi esasa geçelim;
Geçen hafta cemaatin ya da hizmet hareketinin Sakarya’da bir dönem liderliğini yapmış olan bir dostum ziyaretime geldi. Adını şimdi burada vermiyorum. Çünkü iznini almadım. Bu yazımı okuduktan sonra “adımı açıkla” derse açıklarım. Benim hizmet hareketine mensup Sakarya’da ve Türkiye’nin her yerinde yaşayan çok değerli dostlarım var. Hepsi kendi bölgelerinde iş-güç sahibi, saygın insanlar. Onların hakkında hala kanaatlerim olumludan olumsuza dönüşmemiştir. Hukukumda hala devam etmektedir. Aksi bir durum olmadıkça da devam edecektir.
Uzunca bir süredir bu konuları konuşmayı, tartışmayı ve değerlendirmeyi bende arzu ediyordum. Ziyareti isabet oldu. Esasen hizmet hareketine mensup birçok dostumla bu konuları defaetle tartıştık zaten. Bu değerli dostum yeni bir şey söyledi mi? HAYIR. Cemaate müntesip onlarca dostum, virgülü ile aynı olan şeyleri söylüyorlar. Misafirim olan dostumda şimdiye kadar dinlediğim aynı şeyleri tekrar etti. Peki bunun neresi ilginçte kağıdı kalemi elime aldım ve yazmaya koyuldum?
Bu son konuşmayla ben şu sonuca vardım: yukarısı yani Pensilvanya tabana, kendilerini savunmak için kendince bir manifesto oluşturmuş, tabana bunu ezberletmiş. Tabandaki herkeste bu ezberden konuşuyor. Çıkardığım sonuç budur.
Peki nedir cemaatin iddiaları?
1) Başbakan yardımcısı Sayın Beşir Atalay, tam bir İrancı. İdeolojik anlamda İran’cı. Hükümet yetkilisi olarak açıkça İran menfaatlerine çalışıyor.
2) Mit müsteşarı Sayın Hakan Fidan’da İran yanlısı. İran adına nerdeyse casusluk yapıyor.
3) Oslo süreci ülkeye ihanettir. Sorumlusu da Hakan Fidan’dır.
4) KCK tutuklularının salıverilmesi de vatana ihanettir.
5) Bir yardım kuruluşunun gemiyle Gazze’ye yardım götürmesi ve İsrail’le ilişkilerin bozulması da vatana ihanettir.
6) Mut’a nikahı meselesi. Bu iddiada birkaç yıldır dillere pelesenk olmuş bir iddiadır. Mut’a nikahı meselesi nerdeyse 1400 yıldır İslam tarihinde tartışılan bir konudur. İslam’ın ilk yıllarında var olduğu kabul edilen, daha sonra Hz. Ömer döneminde kaldırılan bir uygulamadır. Şia fıkhında ise hala kabul gören bir uygulamadır. Şia uleması “Hz. Ömer kimki, peygamberin yasaklamadığı şeyi yasaklayabiliyor?” diyerek, uygulamaya fetva veriyor. İleride bu konuda yazacaklarım var. Deniyor ki hükümete yakın bazı bürokratlar hepsi ajan olan bu kadınlarla MUT’a nikahı kıyıyor ve devletin mahrem bilgilerini İran’a servis ediyorlar.
Özetle yukarıya aldığım iddialar bunlar.
Değerli okurlar! Yukarıdaki iddialardan sizce nasıl bir “çıkarsama” yapılabilir?
Ben kendi payıma çıkarsamamı yapayım. Takdir siz değerli okurlarındır.
Yukarıdaki tüm iddiaların orta yerinde İran var. Peki İran’ın yeryüzündeki en büyük düşmanı ülkeler hangisi?
Başta İsrail ve Amerika. Kurtuluş savaşından bugüne Türkiye’nin İran devleti ile bir düşmanlık durumu yoktur. İran’ın siyasi rejimi tamamen kendisini ilgilendirir. İran aynı zamanda en fazla ticaret yaptığımız bir ülke ve 400 yıldır sınır sorunumuz olmayan bir ülke.
Ak parti, çok koyu “Sünnici” bir siyasi hareket. İran ise Şiilik akidesinin iktidar olduğu bir ülke. İdeolojik anlamda hiçbir ortak yanları yoktur. Milli Görüş siyasi ideolojisinin temelinde “tam bir İran karşıtlığı” vardır. İran’ın siyasi ideolojisine Türkiye’de “milli görüş” duruşu kadar karşı siyasi hareket yoktur. Ancak siyasi iktidar, tam bir siyasi pragmatizmle İran’la ilişkileri -birilerinin ipoteği altında değil de- kendi siyasi ve ekonomik çıkarları doğrultusunda yürütüyor. Bütün mesele bu işte! Bütün sıkıntıda bu!
Heyhat ki ne heyhat!
Yukarıda 6 maddede izah ettiğim itirazları bir İsrail’li yetkili “arz etmiş” olsa hiç sırıtmazdı. Tam bir İsrail’li ağzıyla konuşuyor, alnı secdeye giden insanlar. Ne kadar vahim bir durum!
Türkiye-İran ilişkilerinde Türkiye’nin hiçbir kaybı yoktur. Aksine sayılamayacak kadar menfaati vardır. Atatürk ve İsmet İnönü’nün hayattan ya da aktif siyasetten çekilmesinden itibaren, Türkiye’nin dış politikası tam bir ipotek altına girmiştir. Türkiye’de ne zaman bir siyaset adamı Amerika ve İsrail’in çıkarları aleyhine bir hareket içine girdiler. Ya kelleyi verdiler ya da iktidardan uzaklaştırıldılar. Bu durum matematik kesinlik ifade etmektedir.
Sayın Başbakan’ın telkinlere rağmen İran la ilişkileri kesmemekte direnmesinin yanında üç büyük hayati hatası daha oldu.
1) Davos’ta İsrail cumhurbaşkanının gözünün içine bakarak “ONE MINUTE” dedi. Ayrıca “siz adam öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” demeyi de ihmal etmedi.
2) Gazze’de abluka altında ölüm-kalım mücadelesi veren Müslümanlara gönderilen “uluslararası” yardım gemisinin gidişine engel olmadı.
3) Sayın başbakan, Mısır üzerinden ve Refah sınır kapısı kullanılarak bir yardım konvoyu ile Gazze’ye gideceğini duyurdu. Bu sözden sonra peş peşe Amerika Dış İşleri bakanı, CİA başkanı, Milli Savunma bakanı Ankara’ya geldi. Nelerin pazarlığının yapıldığını elbette ki biliyoruz. Daha sonra sayın Başbakan’ın Amerika ziyareti oldu. Obama ile yapılan görüşmelerinde çok gergin geçtiği siyasetle ilgilenen herkesin malumudur.
Zaten Mısır hükümetin devrilmesi de Türkiye hükümetine, özellikle de Sayın Başbakan’a çok açık bir tehdit ve uyarıdır.
Cemaatle Ak Parti iktidarının kopmasının temel nedeni budur. Yani bölgedeki İsrail ve Amerika’nın menfaatlerinin bozulması meselenin “özüdür”
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı yapılması cemaat eliyle tam bir İsrail ve Amerika ortak kurgusudur. Cemaatin geçmişteki liderliğini yapmış malum dostumla yaptığım son konuşma, aklımda kalmış en son kuşku kırıntılarını da ortadan kaldırdı. Şimdi kanaatim tamamen pekişmiş durumda.
Çünkü dostuma sorduğum; CEMAAT-İSRAİL-AMERİKA eksenli ilişkiler konusunda bir tek ikna edici argüman ortaya koyamaması, hatta ilişkileri teyid edici konuşması, başka bildiğim olaylar………….benim kanaatimin pekişmesine neden olmuştur.
Biz çocuk değiliz
Biz aptalda değiliz
Biz siyaseti, siyaset yapıyorum diyen zavallılardan da iyi biliriz.
12 yıllık AK Parti iktidarında elle tutulur bir tek yolsuzluk iddiası yokken, ne oldu da birden “zembereği boşalmış saat gibi” yolsuzluk iddiaları ortaya dökülüverdi?
17-25 Aralık tarihlerinde yapılan operasyonlar “içeriğindeki yolsuzluk iddialarından” çok daha vahimdir. Çünkü halkın oyları ile seçilmiş siyasi iktidara karşı cemaat taşeronluğunda uluslararası operasyon yapılıyor. Bir algı oluşturularak, hükümet düşürülmek isteniyor. Hükümetin tek suçu, İran’la ilişkileri kesmemesi, bölgede İsrail ve Amerika’nın ortak çıkarları doğrultusunda politika uygulamaması.
Şu söz aklımdan hiç çıkmıyor. Sayın başbakan İsrail Cumhurbaşkanına Davos’ta ONE MINUTE deyince 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tek cümlelik bir beyanat verdi “İsrail bunun hesabını gün gelir, sorar”………..gün gelmişti ve İsrail hesap sormaktaydı. Birinci taşeronu “cemaatti” İsrail’in. İkinci sırada taşeronluğa “çatı partileri” soyundu. Bize de “hayırlı işler” demekten başka söyleyecek söz kalmıyor.
Cemaat ile, İsrail ve Amerika ile ilişkiler saat gibi çalışıyor olsa bu iddialar gündeme gelir miydi?
Söyleyin a dostlar, gündeme gelir miydi?
10 Ağustos’ta Türkiye cumhurbaşkanını seçmek için sandık başına gidecek. Her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını aklıselime davet ediyorum. Bu başbakan’ın ve bu hükümetin hiç hatası yok mudur? Elbette ki; çok hataları vardır. Belki de kamyonlarca dolu hatası vardır.
Rusya’ya yanaştı diye bir başbakanımız kelleyi verdi. Şimdi İsrail’le zıt düştü diye şimdiki Başbakan’ın “kendi ellerimizle” kellesinin alınması isteniyor bizden. 10 AĞUSTOS’TA biz kendi seçtiğimiz Başbakan’ın kellesini, kendi ellerimizle alacak mıyız, almayacak mıyız? İşte bütün mesele bu!
12 yıl boyunca 24 saatin 20 saatini çalışma ile geçiren başbakan’ın kellesini kendi ellerimizle alacak mıyız? Almayacak mıyız?
İşte bütün mesele bu!
İzzet Dönmez/Türkiye