Prof. Dr. Cengiz Tomar |
İstanbul
Sekiz yıldır devam eden Suriye iç savaşında bir konsolidasyona gidildiği ve bu konsolidasyonda en belirsiz noktalardan birinin İdlib olduğu aşikâr. Nitekim son günlerde çatışmalar da bu bölgede yoğunlaşmış durumda. Son üç haftada İdlib’e yapılan saldırılarda resmi rakamlara göre 200 civarında sivil Suriyeli öldü ve yaklaşık 200 bin kişi ise yerlerinden oldu. Bölgede 17 okul ve 18 sağlık merkezi tahrip edildi. Saldırılar nedeniyle okullar ve hastaneler iş göremez hale geldi. Yüzbinlerce öğrenci ise okullarına gidemiyor.
Savaş yorgunu Suriye’nin haritasına baktığımızda mevcut konsolidasyon şu şekilde: Fırat’ın batısındaki ana arterler Rusya ve İran destekli Suriye rejiminin elinde. Fırat’ın doğusu ise ABD güdümündeki PYD/YPG tarafından işgal edilmiş durumda. Kuzeybatı Suriye, Türkiye destekli ÖSO tarafından Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarıyla ele geçirilen bölgeler. Bu üçlü konsolidasyonun tek istisnasını ise Kuzeybatı Suriye’de, henüz kaderi belli olmayan İdlib bölgesi oluşturuyor. Tabii İdlib bölgesi sadece merkezden ibaret değil; Lazkiye, Halep ve Hama kırsalıyla Maarratunnuman’dan oluşuyor ve yaklaşık üç milyonluk bir nüfus bölgeye sıkışmış bekliyor.
Türkiye’nin bölgedeki varlığı ve Rusya ile İdlib konusunda anlaşmış olması şimdilik bölgeye topyekun bir saldırının gerçekleşmesini engelledi. Ancak rejim güçleriyle HTŞ’nin provokasyonları da büyük bir tehdit oluşturabilir.
Esasında el-ân Şam Kırsalı, Hama kırsalı gibi diğer “gerilimi azaltma bölgeleri” çoktan berhava olmuş ve rejimin eline geçmiş durumda. Bunun tek istisnası ise İdlib. Şayet Türkiye olmasaydı Rusya destekli rejim çoktan İdlib’e saldırır ve bölgeyi ele geçirirdi. Neticede büyük bir insanlık dramı yaşanırdı. Ancak Türkiye Astana süreci ve Soçi mutabakatlarıyla Rusya ile anlaşarak bugüne kadar bölgeye yoğun saldırıların yapılmasını engelledi.
Türkiye’nin güney sınırında Hatay’a komşu olan İdlib, Türkiye için iki açıdan önemli. Birincisi PYD/YPG’nin Akdeniz’e ulaşma planlarının önündeki en önemli engellerden biriydi. Ancak artık çok daha önemlisi ve vahimi, İdlib’e topyekun bir saldırı yapılması durumunda burada bir insanlık trajedisinin yaşanacağı ve üç milyonluk nüfusun Türkiye’ye sığınmaktan başka çaresinin bulunmadığı. Bu üç milyonluk nüfusun neredeyse yarısı zaten çatışmalardan kaçarak İdlib’e sığınmış durumda olanlar. Bu da İdlib’i Suriye’de muhaliflerin son kalesi haline getiriyor. Nitekim Birleşmiş Milletler İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Mark Lowcock, “İdlib`de büyük çaplı askeri bir saldırı 21. yüzyılın en büyük trajedisi olur. Tüm uyarılarımıza rağmen en büyük korkumuz gerçekleşiyor,” şeklinde uyarıda bulunmakta.
Fakat son zamanlarda Rusya’nın hava desteğine sahip rejimin İdlib’in güneyine saldırarak bazı önemli noktaları ele geçirdiğini görüyoruz. Rejim ve Rusya, İdlib gerilimi azaltma bölgesinin radikal Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) elinde bulunan kısmından kendilerine yapılan saldırıları bahane ederek böyle bir harekata başladıklarını iddia ediyor. Suriye Özel Kuvvetleri Rusya ve Suriye savaş uçaklarının desteğiyle bu saldırılarını yapıyorlar. Hama kırsalında el-Gab ovası özellikle Kefer Nebude ile Ortaçağ’dan kalma bir kalenin bulunduğu Kal’atu’l-Mudik rejimin eline geçmiş durumda. Bir de Lazkiye kırsalındaki Kabani bölgesi var. Ancak bütün çatışmalara ve toprak kazanımlarına rağmen Suriye ordusunun İdlib’in tamamını hedef alan topyekun bir harekata geçtiğini söylemek için henüz erken. Zira böyle bir saldırıya Rusya’nın yeşil ışık yakması gerek. Rusya ve Türkiye arasındaki işbirliği nedeniyle rejim şu ana kadar topyekun bir saldırıya izin vermedi.
Tabii Suriye rejimi açısından bakıldığında İdlib büyük önem taşıyor. Zira Lazkiye’yi Halep’e bağlayan M4 otoyolu İdlib’ten geçiyor. Başkent Şam’ı Halep’e bağlayan ve Türkiye’den başlayıp Ürdün ve Suudi Arabistan’a kadar uzanan M4 karayolu da İdlib’ten geçiyor. Suriye’nin atardamarı konumundaki bu karayolları, yine İdlib’in Serakib kasabasında birleşiyor. İktisadi olarak rahatlamak isteyen rejim bu iki önemli karayolunu ele geçirmek istiyor. Elbette ki bir de muhaliflerin son büyük kalesi, İdlib. Şayet burası rejimin eline geçerse, Türkiye destekli Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatı bölgeleri hariç Fırat’ın batısında muhalif bir bölge kalmayacağından psikolojik üstünlük açısından da hayati bir nokta.
Türkiye’nin bölgedeki varlığı ve Rusya ile İdlib konusunda anlaşmış olması şimdilik bölgeye topyekun bir saldırının gerçekleşmesini engelledi. Ancak rejim güçleriyle HTŞ’nin provokasyonları da büyük bir tehdit oluşturabilir. Şüphesiz İdlib konusunda bir sonuca varılabilmesi, daha ziyade yapılacak siyasi pazarlıklara bağlı. Tel Rıfat meselesi de bu pazarlıklara dâhil. Bugüne kadar bölgedeki radikal unsurların tahrikleri konusunda Türkiye elinden gelenin azamisini yaparak İdlib’te bir insani felaketin ortaya çıkmasını engellemeye çalıştı. Bu noktada Rusya’yı da ikna etmiş durumda. Ancak modern dünyanın pek umurunda değil. Son gelen haberlere göre rejim güçleri İdlib’le ilgili olarak tek taraflı ateşkes ilan etti. Şüphesiz bu, Türkiye’nin Rusya’ya yaptığı baskı sonucunda alınmış bir karar.
Rejimin sahada daha önce Şam’ın kırsalı olan Guta’da ve Halep’te muhaliflere karşı uygulamış olduğu taktikleri icra ettiği düşünülüyor. Ancak İdlib’in diğerlerinden farklı olarak Türkiye’ye komşu, üç milyon civarında bir nüfusa sahip olduğu düşünülürse burada durum çok daha zor ve karmaşık hal alıyor. M4 ve M5 karayolları da kendi açısından hayati önem taşıdığından rejim İdlib’i mutlaka çözüme kavuşturmak isteyecektir. Bu nedenle Rusya’nın tutumu ve Türkiye-Rusya ilişkileri burada belirleyici durumda. Umarız İdlib meselesi insani bir felaketle sonuçlanmadan Türkiye’nin istediği doğrultuda siyasi müzakereler yoluyla çözüme kavuşturulur.