Geçmiş yazılarımda defaetle belirttiğim gibi 1950’de doğdum, 1967’de Belçika’ya geldim ve 1982’de köylüm (Umurbey-Gemlik) Güzin Aras evlendim.
1983’te ilk oğlumuz Cavit, 1985 sonunda ise ikinci oğlumuz Onur dünyaya geldiler.
Eşimle birlikte üretimi noktalama konusunda anlaştık.
Belçika’da Brüksel Bölgesine dahil 19 belediye mevcut.
Bunlardan Schaerbeek, Saint-Josse-ten-Noode gbi bazılarında Türkiye’den gelenler çok yoğundur.
50.yıl kutlamaları yapılan Türk Göçü kuşaktan kuşağa nitelik değiştirmeye başlasa da, belli mahallelerde bir arada yaşamak zorunda bırakılan Anadolu insanı istese de başka dil ve geleneklere uyum sağlayamakta son derece zorlanıyor veya yavaş davranıyor…
Çünkü en başta yeterli eğitime sahip değil ve yeterli düzeyde yabancı dil bilmiyor!
Bunu da dine veya gelenekçiliğe yükleyerek işin içinden sıyrılma kolaycılığına kaçıyor…
***
Amacımız dünyaya gelmelerine sebep olduğumuz çocukların sağlıklı ve nitelikli yetişmelerini sağlamaktı.
Her zaman şükrederek ve olabildiğince.
Kimseye el-avuç açmadan…
Allah’ın verdiği sağlıkla, çalışarak, kimsenin sırtına binmeden, kimseyi ezmeden, kimseyi kullanmadan ve hepsinden de önemlisi kimsenin adamı olmadan…
Doğduklarından beri eşimle birlikte goncaları açtırmak için bahçıvanlık yaptık ve çok şukür başardık…
***
Cavit ve Onur büyüdüler, okudular, Ceza ve Trafik konularında uzman avukat oldular ve birlikte çalışıyorlar.
Dünya vatandaşı olduklarından kimseyle sorunları yok…
Dörder dili savunma yapabilecek kadar akıcı konuşuyorlar…
Meslekleri dışında büyük sağlam bir iskambil sihirbazı, küçük iyi bir bilişim ve teknoloji uzmanı ve mutfakta annesinin başyardımcısı…
Ailece Belçika vatandaşlığını aldık ve Cavit bu sıfatla Fransızca diktede ülke şampiyonu olarak gittiği Kanada finallerinde dünya üçüncüsü oldu…
Eşim ve ben de çiçeklerini koklayan bir bahçıvan çifti olarak gururlandık…
***
Ailece Türkiye’yi, Türkçeyi, Türkiye iklimini ve coğrafyasını, Türk mutfağını, Türkiye’de bulunmayı çok seviyoruz !
Bu durumdan hareketle doğumlarından itibaren çocuklarımızla diyalog kurmaya başladığımız andan itibaren kendilerine ninni misali hiç değişmeyen şu telkinlerde bulunduk : «Anneniz ve ben Türkiye’de büyüdük ve Türkçe konuşuyoruz. Siz burada doğdunuz ve doğal olarak Fransızca konuşuyorsunuz. Konuşmalarınızda asla iki dili karıştırmayın, çorba yapmayın, tek dili ama doğru konuşun, bilmiyorsanız sorun veya araştırın.»
Bebekliklerinden itibaren onları işitsel ve görsel anlamda kitapla, gazete ile, dergi ile, sinema ile, çizgi film ile (TV ve video), çizgi roman ile ve her türlü kitap ile tanıştırdık ve alıştırdık.
Özür dilemeyi ve öpüşüp barışmayı öğrettik.
Aynı hatayı tekrar etmemeye alıştırdık.
Çocukalara hiç yalan söylemedik.
Tutamayacağımız hiçbir sözü vermedik, verdiğimiz bütün sözleri mutlaka tuttuk
***
Şimdi devir değişti.
Nostaljik takılarak ağlamak, kafayı duvara vurmak hiçbir şeyin çaresi değil.
Robotik, nümerik, dijital derken elektronik her yanımızı kuşattı.
Dünya nüfusunun ezici bir çoğunluğu teknoloji özürlü hale geldi.
Birçok kavramın içeriği, içi boşaldı, anlamı değişti…
Tam istihdam sona erdi, işsizlik yaygınlaştı…
Herkes para peşinde, ama para sizi bir yere kadar götürüyor ve sonra da sizi kaderinizle başbaşa bırakıyor…
Sonradan gelen ahlar, vahlar, keşkeler bir işe yaramıyor…
***
«Bir göçmen iki köklü bir azı dişine benzer. Diş tek görünür. Ama sizler iki köklü olduğunu düşünerek fırçalayın dişlerinizi ki sağlam kalın, kendinize güvenin, Allah sağlık versin, yolunuz açık olsun.» sözlerini sabırla Nasreddin Hoca’nın göle yoğurt çalması gibi «ya tutarsa» inancıyla söyledim.
İyiki söylemişim.
Şimdi göklerde uçan uçaklar bizi köklerimize geri götürüyor…
***
Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi/ O da yalan, bu da yalan, al biraz da sen oyalan!» demiş zat-ı muhterem.
İnsan gibi yaşatan eğitim ve sağlığa yatırım yapın.
Zira «dünya fani, ölüm ani»…
Yakup Yurt ©
Brüksel, 29-01-2015