Ali Kılıçarslan
Federal İçişleri Bakanlığı’nın, Hür Demokrat Parti’nin (FDP) soru önergesine verdiği cevaba göre, Almanya’da “aşırı sağ görüşlü” yaklaşık 24 bin kişi var. Bunların 12 bin 700’ünün ise şiddete eğilimi olduğu bildiriliyor.
Hatırlanacağı gibi, şiddete eğilimli aşırı sağcı grupların, 25 binden fazla kişiye ait bilgilerin yer aldığı “düşman listeleri” hazırladıkları kamuoyuna yansımıştı. 10 insanı katleden ırkçı terör hücresi NSU ve daha sonra “Nordkreuz” adlı aşırı sağcı grup hakkında yürütülen soruşturmalar sırasında ortaya çıkarılan bu listenin akıbeti nedense bilinmiyor.
Kısa bir süre önce medyaya sızan Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın gizli bir raporunda, şiddet eğilimli aşırı sağcıların teşkil ettiği tehlikenin arttığına, hatta organize olmamış aşırı sağcılar arasında da terörist eğilimlerin gözlemlendiğine ve aşırı sağcı terörist görüşlerin özellikle mülteciler, göç ve İslam konularından beslendiğine dikkat çekiliyordu.
1 Mayıs 2019’da, Duisburg’da “Sağ” (Die Rechte) ve Plauen’de “Üçüncü Yol” (Der dritte Weg) partisi tarafından düzenlenen yürüyüşe katılan aşırı sağcıların, daha doğrusu ırkçıların/Neonazilerin trampet eşliğinde, Hitler dönemini hatırlatan üniformalarla ve ellerinde meşalelerle güvenlik birimlerinin gözetiminde yürümeleri, oldukça önemli bir mesajdır: Zira bu gelişme, 21. yüzyıl Almanya’sında tehlikenin boyutunu ve ırkçı etkinliklerin sıradanlaştığını göstermektedir.
Almanya’da “aşırı sağcı tehlike” görmezden mi geliniyor? Eğer değilse, “aşırı sağcı tehlike” giderek nasıl büyüyor? Almanya’da “aşırı sağcı” kavramının yeniden tanımlanması gerekiyor. Çünkü “aşırı sağcı” olarak isimlendirilen kişiler, ırkçı düşünceleri benimsiyor ve savunuyorlar.
Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın basına sızan raporunda da vurgulandığı gibi, politik amaçları için mültecileri, göçmenleri ve İslamı araçsallaştırıyorlar. İşte, ırkçı görüşlerin toplumda bu kadar karşılık bulmasının en önemli nedenlerinden biri artarak yaygınlaşan göçmen karşıtlığıdır.
Almanya’da en az 60 yıllık göç(menlik) tarihine rağmen, göçmenlerin Yeşiller tarafından bile tam olarak kabul görmeyişi, bunun göstergesidir. Yeşiller partisinin Tübingen Belediye Başkanı Boris Palmer’in, Alman Demiryolları’nın göçmen kökenlilerin bulunduğu reklam kampanyasını, “Bu, hangi toplumu yansıtıyor?” diye eleştirmesi bilinçaltının dışa yansımasıdır.
Ve Palmer’e, en büyük destek göçmen ve İslam karşıtlığı ile tanınan AfD partisinden geldi. Palmer’e göre göçmenler, Alman toplumunu yansıtmıyor!
Bu anlayışa sahip bir politikacının, göçmenlerin de yaşadığı Tübingen’i temsil etmesi de şüphelidir. Adını doğru koyarak “aşırı sağ” değil, “ırkçı terör tehlikesi”nin giderek büyüdüğü güvenlik birimleri tarafından da fark edildiğine göre, acaba bu konuda toplumsal güvenliği sağlamak adına ne tür önlemler alınıyor?
Almanya’da, üstelik haklarında tutuklama kararı olduğu halde kayıplara karışan 467 ırkçı nerelerde gizleniyor ve hangi yeni örgütlenmelerin içinde yer alıyorlar?
Ağırlıklı olarak sosyal medyada örgütlenen ve sosyal medyayı iletişim ağı olarak kullanan ırkçı grupların daha etkin izlenmesi, ayrıca mali kaynaklarının ve sadece ülke içinde değil, uluslararası ilişkilerinin de takip edilmesinin zorunlu olduğunu söylememize gerek var mı?
Ortak geleceğimizi tehdit eden ırkçı terör tehlikesine karşı hepimize, fakat en büyük sorumluluk güvenlik birimlerine, medyaya ve politikaya düşüyor.