Günümüz Belçika'sında, ülkede yaşayan on kişiden biri vatandaş değil.
Hesaplamaya, Belçika vatandaşlığına geçmiş, fakat dört büyüğü arasında bir yabancı bulunanları da eklerseniz, yabancı kökenli vatandaş oranı % 25 e yaklaşır.
İnsanlık tarihinin ilk günlerinden beri, insanlar değişik amaçlarla ve özellikle daha iyi yaşam koşullarına ulaşma amacıyla, göç ettiler.
Fakat ekonominin mantığı ile düşünülecek olursa, sermayenin her zaman en ucuz emeği tercih ettiği görülür.
Zaten günümüzün globalleşen dünyasında şirketlerin birer birer kapanıp ucuz emek olanağı sunan fakir ülkelere göçmesi de bundandır.
Madenlerde veya taş ocaklarında ise şirket taşıma olanaksız olduğundan işgücünün madenin veya taş ocağının olduğu yere getirilmesi sağlanır.
İşte İtalyan halkının bir bölümünün başına gelen de budur.
1914-1918 birinci dünya savaşı Avrupa ülkelerinde büyük hasara sebep oldu.
Özellikle Belçika ve İtalya'da.
Fakat Belçika hemen yola koyuldu.
Ve birkaç ay içinde fabrikaların ve kömür ocaklarının çoğu eski üretim kapasitelerine kavuştular.
İtalya ise, tam tersine, savaştan çıkışta bocalayıp duruyordu.
Siyasi rejim beklenmedik ve sert çalkantılar yaşıyordu.
Fakirlik yayılıyor, Mussolini sinsi sinsi zemin kazanıyor ve hazırlanıyordu.
Gençlik yıllarında hızlı bir solcu olan Mussolini, 1922 yılında, 30 faşist milletvekili tarafından desteklendi ve önemli bakanlıkları ele geçirdi.
İki yıl sonra, 535 milletvekilliğinden 405 ini kazanarak çoğunluğu aldı, muhalefeti bertaraf etti ve diktatörlüğünü kurdu.
Bunun üzerine, binlerce İtalyan vatanlarını terk etmeye başladı.
İşte bunlardan bir bölümü Belçika'ya geldiler ; zira ağır sanayinin yeni işçilere ihtiyacı vardı.
1922 yılında bir tek İtalyan işçinin çalıştığı Bois-du-Luc'te 1923 yılında bu sayı 153 e bir yıl sonra ise 170 e ulaşmıştı.
Bu andan itibaren, şarbonaj tabir edilen kömür ocaklarında çalışan İtalyan işçi sayısı dört veya beş bine ulaşarak toplam peronelin % 3 ünü oluşturdu.
Ve bu oran giderek arttı : Belçika'daki İtalyan işçi sayısı 1930 yılında 20 000 iken bu sayı 1940 yılında 35 000 idi.
Mussolini'nin iktidara gelmesiyole birlikte, her yerde olduğu gibi Belçika'daki İtalyan Büyükelçiliği ve Konsoloslukları da İtalyan faşizminin simgeleri haline geldiler ve göçmen İtalyan işçilerin rejime desteğini sağlamaya çalıştılar.
Fakat İtalyan göçmenlerin büyük çoğunluğu anti-faşisttiler.
Yine de Mussolini kendilerini kandırmak için elinden geleni esirgemez.
Charleroi'da İtalyan okulları açılır ve bu okullar faşist denetim altındadır.
Belçika'daki İtalyan kütüphaneleri bile faşist otoritenin eline geçer ve kitaplar sansürden geçer.
Ayrıca, muhbirler İtalyan Büyükelçiliğine Belçika'daki İtalyan antifaşistler hakkında haftalık raporlar verir.
Bu raporlar Roma'ya gönderilir, açılan dosyalara istinaden İtalyan polisi Belçika polisinden sık sık bu kişilerin yakalanmasını ister ve elde eder.
Kısacası Belçika'daki İtalyanlar güvencede değildiler ve Konsolosluklarının değişik baskılarına maruzdular.
Belçika'da, bir pasaport veya resmi bir belge edinmek için ya faşist bir örgüte üye olmak, ya da Duçe'ye saygı ve sadakat anlamına gelen bir imza atmak gerekiyordu.
Aksi takdirde, son derece elzem bu belgeleri (doğum kayıt örneği gibi) ilânihaye beklemek gerekiyordu.
23 Haziran 1946 tarihinde imzalan bir sözleşme ile 50 000 İtalyan işçisinin Belçika kömür ocaklarına gönderilmesi kararlaştırıldı.
Bu sözleşmenin 11.ci maddesi İtalyan Hükûmeti'nin haftada 2 000 işçi göndermesini öngörüyordu.
Sözleşme kapsamı altı ayda tamamlandı.
1952 yılında Belçika kömür ocaklarında çalışan aktif İtalyan sayısı 48598 ile rekor bir sayıya ulaştı.
Kısa adı FEDECHAR olan Kömür Federasyonu Milan Garı çevresinde istihdam çalışmaları başlattı.
Belçika'ya çalışmaya gelecek, kendilerini meçhul bir maceraya atacak adayları Belçikalı doktorlar seçiyorlardı.
Çalışma yerleri genellikle kömür ocakları ve ağır sanayi olunca dayanıklı unsanlar seçmek gerekiyordu.
O nedenle tıbbî kontroller sıkıydı, istihdam çalışmaları yavaş ilerliyordu ve çok aday muayenede çürüğe ayrılıyordu.
Göç hareketini desteklemek adına, FEDECHAR reklam kampanyaları düzenliyor, her yeri afişlerle donatıyor, kısa belgesel filmler hazırlatarak Belçika kömür ocaklarının sempatik yüzü tanıtılıyordu.
Milan ile Brüksel arası yolculuk iki gün sürüyor; bu yolculukta uzun konvoylar oluşuyordu. Uzun bir bekleyişten yorgun düşen genç ve sağlıklı İtalyanlar büyük hayallerle belki de hiçbir zaman göremeyecekleri o güzelim memleketlerini terk ediyorlardı.
Brüksel'den işçilerin çalışacakları değişik kömür ocaklarına doğru dağıtım yapılıyordu.
Bu dağıtımda aile bağları da dikkate alınıyordu. Tercümanlar ve işletme delegeleri elzem formaliteleri ve diğer şahsi meseleleri hallediyorlardı.
Otobüs ve trenler işçileri kendilerini bekleyen ve kalacakları kantinlere taşıyorlardı.
Yıllar geçtikçe madencilerin sağlığı bozuluyordu.
Hastalıklar dışında, madenlerde ölümcül kazalar oluyordu.
1946 ile 1955 yılları arasında 488 İtalyan işçi Belçika kömür ocaklarında can vermişti. Derken, 8 Ağustos 1956 günü Marcinelle'deki Bois-du-Cazier kömür ocağında 136 sı İtalyan olmak üzere 262 işçinin can verdiği o lanetli trajedi yaşandı.
Bu olayın etkileri büyük oldu.
Kömür ocaklarında güvenlik önlemleri arttırıldı ve Belçika'ya İtalyan göçü durduruldu.
Marcinelle faciası Belçika'ya İtalyan göçünün trajik destanına son noktayı koydu; her alanda uyum süreci güçlenerek devam etti.
Göçmenlerin karşılaştığı en büyük sorun konut sorunu oldu.
Tabii ki söze verilen ve öngörülen kantinler vardı, ama koşullar dayanılacak gibi değildi ve kömür işletmeleri verdikleri sözleri tutmuyorlardı.
Kiralık bir ev bulmak neredeyse imkansız gibiydi, zira Belçikalı ev sahipleri yabancılara kiraya vermek istemiyorlardı.
Bazı evlerin kiralık afişlerinde, "hayvanlara ve yabancılara" kiralanmaz yazıyordu.
Yani başlangıçta uyum hiç kolay değildi.
Kömür ocaklarında, Belçikalı ve İtalyan madenciler arasında geçimsizlik vardı.
Zira İtalyanlar daha fazla kömür çıkarıyor ve Belçikalılardan daha fazla para kazanıyorlardı. Maden mühendisleri de çoğu zaman Belçikalılar ve yabancılar arasındaki gerginliği körüklüyorlardı.
İtalyanların sürekli Belçika'da kalma bilinci geç gelişti.
Belçikalı yetkililer de ancak 80 li yıllarda uyum politikaları sergilemeye başladılar.
Zaman içinde İtalyan sayısı ve İtalyan oranı azalmaya başlıyor ve genç nesiller genellikle Belçika vatandaşlığına sahipler.
İlk İtalyan göçmen nesli köylü kökenli olsa da, ikinci nesil işçi sınıfına 'terfi' etmişti.
50 li yılların sonunda, birçok İtalyan yorgun, sağlıksız ve emekli maaşına hak kazanmaksızın dönmüşlerdi ülkelerine.
Zira kömür ocaklarında çalışma süreleri yeterli değildi.
Silokoza bağlı olarak emekli maaşı alamıyorlardı, zira bu hastalık tazminata muhatap mesleki hastalık olarak kabul edilmiyordu.
Bu kişilere yardım için, sol eğilimli siyasi partilerin zorlamasıyla, İtalyan hükûmeti, 27 Temmuz 1962 tarihinde bir yasa çıkartır, Belçika hükûmetinin üstlenmesini beklerken silikoz hastalığını tazmin edeceğini taahhüt eder.
Belçika hükûmeti bunu 24 Aralık 1963 tarihinde tanır ve yasa 1964 Ocak ayında yürürlüğe girer.
1964 yılında, silikoz nihayet mesleki hastalık olarak kabul edilir.
Hak yerini bulur.
Belçika'da kalacak olup, bu hastalık nedeniyle erken emekli edilen İtalyanlar ile genelleme yapılarak "A la mutuel, kö la vi est bel/Sigortada yan gel yat, oh ne güzel beleş hayat" şarkısı mırıldanarak dalga geçilecekti.
Yani bu anlayışa göre, göçmenlerin yegâne geliş amacı Belçika'nın Sosyal Güvenlik sistemini asalak gibi kullanmaktı !
İtalyanların uyumu başarılı mı, değil mi ?
Genellikle evet, ama yine de genelleme yapmak yanlış olur.
Hemen Enzo Scifo, Elio di Rupo veya Adamo gibi ünlüleri sıralayıp Belçika'da yaşayan 300 000 İtalyan asıllının hepsinin başarılı olduğunu söylemek yanlış olur.
Fakat şurası ASLA unutulmamalı ki, ne İtalyanlar ne de başka milletler Belçikalıların işini "çalmak " için gelmediler.
Tam aksine, Belçika'nın bugünlere gelmesine katkı sağladılar .
Yabancılar olmasaydı, Belçika ekonomisi asla bugünkü konumuna gelemezdi.
Öyle olsaydı 18.07.1951 doğumlu, 1983 yılından beri Mons kenti Uluslararası Aşk Filmleri Festivali'nin kurucusu, sürekli papyon kravat takan, Léopold nişanı sahibi, Belçika Farmasonluğu üyesi ve eşinselliğini alenen ilk ifşa eden, bilim doktoralı, frankofon Sosyalist Partisinin tartışmasız lideri Elio Di Rupo isminde birini Kral Albert II büyük bir ihtimalle Başbakanlık ile sonuçlanacak olan önmüzakereci görevine getirir miydi ?
Şunu itiraf etmeliyim ki bu yazıyı yazarken aklımın bir ucunda hep bütün hep 'İtalyan' sıfatlarını 'Türk' sıfatlarıyla değiştirme sabit fikri vardı...
Golaballeşmeyi dayatan günümüz dünyasında sermaye ve medya desteğini almayı başaran herkes, her yere ve makame gelebilir.
Yeter ki gerekli niteliklere sahip olun...