Tıpta /Psikiyatride "paranoya" ve "hezeyan" sözcükleri için nasıl bir tanım/açıklama yapıldığını merak ettim ve aşağıdaki sonuçlara ulaştım.
1.Paranoya: Aşırı şüpheciliğin hakim olduğu bir ruhsal dengesizlik/bozukluk halidir.Örneğin:Kişi eşinin kendisini aldattığını ya da yakınlarının onu bir şekilde öldürmeye çalıştıklarını düşünebilir. Hayatını da bu kuruntu/gerçek dışı düşüncelere göre düzenlemeye koyulur. Artık bu aşamadan sonra kişi her şeyi bırakıp bütün gün eşini takip edebilir. Yakınlarının kendisine kurduğu hayalindeki tuzaklardan kurtulmak için tedbirler almaya başlar.Eve gidiş gelişlerinde yolunu değiştirir,zehirlenmemek için sürekli dışarıda yemek yer ya da yemeklerini kendisi pişirir. Bu hayali ölümcül tehlikelerden korunmak için silah taşımaya bile başlayabilir.
2.Hezeyan: Akıl ve mantıkla izah edilemeyen, ikna yolu ile değiştirilmesi mümkün olmayan, sapmış-hatalı-yanlış düşünce demektir.Yani aslı astarı olamayan gerçek dışı bir şeye inanma,zırvalama,bir nevi sayıklama hali.hatta tıpta hastanın sayıklamasına "hasta hezeyan" halinde derler..
Bu tanımları neden aldım?
2005 yılı Ağustos ayından 2006 Ağustos'una kadar Türkiye'de en çok speküle edilen üç konu seçtim ve analiz etmeye kalktığımda gördüm ki sonuç ancak bu iki tanımla açıklanabiliyor.
1.Olay Genel Kurmay Başkanı ' nın atanması
Türkiye'nin uzun süredir gündemini çok gereksiz yere işgal eden
Genel kurmay başkanının atanması tartışmalarıdır.Merhum Turgut Özal'ın, 1987 yılında dönemin Genel Kurmay Başkanı Necdet Uruğ'un erken emeklilik isteyip,bu sayede yerine Necdet Öztorun 'u getirme manevrasına,Özal'ın kontra manevrasıyla her iki Necdet'in emekliliğiyle son bulan bir operasyonun hafızalarda bulunması, belki de konunun çok boyutlu speküle edilmesine yol açtı.
Hatta ana muhalefet lideri Sn. Baykal "Sakın ha ağustosta yanlış bir şey yapma"
diye beyanat verdi.Bazı medya kuruluşları hükümet ordu zıtlaşması için özel gayret gösterdi.Sn. Başbakan bu iş rutin bir iştir dedi ama ne çare.
Peki ne oldu?
Yasal olarak tamamen bakanlar kurulunun yetkisinde olan bir işlem, yine tamamen bakanlar kurulunun iradesi ile herkesi şaşırtacak bir hızda tamamlandı.
Şimdi o medya kuruluşlarında arzı endam eyleyen köşe sakinlerinin pişkinliklerini yüz buruşturarak izliyoruz.Öylesine pişkinler ki ;şimdi de yüzleri kızarmadan Ak Parti'nin hanesine artı puan yazdırmamak için ter döküyorlar.
Neden ? diye bir soruya gerek yok sanırım, ultrasonic bir gözle bakınca "gazetecilerin gazetelerini göremiyorsunuz,onların yerinde patronların gazeteleri var artık" 2.Olay Yabancıya taşınmaz mal satışı.
Bu olay; "satılan vatanım" ,"ülke elden gidiyor" naralarıyla çok speküle edilen bir konu.Üstelik bunu söyleyen insanların konumuna baktığınızda; araştırma yapmazsanız inanasınız gelir.
Yunanlılar Türkiye topraklarını satın aldılar.14-15 bin Yunanlı Türkiye'den 13 bin civarında taşınmaz mal satın almış.Araştırıyorsunuz Yunan vatandaşlarının yüzde doksanı Türk, yani Türk asıllı Yunan vatandaşı.
Olay milli güvenlik açısından olabildiğince sloganik ifadelerle istismar edilmekte.Oysa Tapu Kanunu'nun da yabancıların Türkiye'de taşınmaz mal alması şu şartlara bağlıdır:
1.Ülkeler arasında karşılıklılık (mütekabiliyet) olacak.
2.Yabancılara arazi (toprak) satılamaz, sadece imar planlarına uygun mesken ve işyeri satılabilir.
3.Bir yabancı iki buçuk hektardan fazla taşınmaz mal satın alamaz.Bu rakamı otuz hektara kadar çıkarmak bakanlar kurulunun yetkisindedir.( Atatürk'ün sağlığında 1934 yılında çıkarılan kanunla, yabancıların 300 dönüm arazi edinmelerine izin verildiğini de belirteyim,tabii ki buna kimse itiraz edemez,aslında bu rakam bu gün 25 dönüme indirilmiş, 300 dönümü ise Bakanlar Kurulu'nun iznine tabi.)
4.Yabancılara satılacak taşınmazların toplamı, o ilin binde beşini aşamaz!
Ayrıca stratejik bölge tespitinde kimler var diye baktığınızda Adalet, Tarım, Kültür ve Turizm bakanlıkları,Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü temsilcileri,Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve MİT temsilcileri var! Değiştirilen yasa metni okunsa;geçici 2.madde ile milli savunma bakanlığına "askeri, stratejik ve özel güvenlik" bölgeleri için çalışma yapması noktasına görev verildiğini de görecekler.Yine "taşınmaz işlemleri sadece resmi tapu kaydı ile yapılır. Onun dışındaki 'gizli' senetler, 'gizli' anlaşmalar hukuken yok hükmündedir. Bütün bunları söylediğinizde de "Yabancılar mülkleri başkalarının üzerine alıyor" türünden paranoyak cevapla karşılaşıyorsunuz.
3.Olay Kürt sorunu ve üst kimlik tartışmaları
Geçen yıl Ağustos ayında Sn. Başbakanımız Diyarbakır'da bir konuşma yapmıştı..
Konuşmasının bir yerinde "ille de bir isim vermek gerekirse Kürt Sorunu"
diye bir cümlesi olmuştu.Türkiye'de neredeyse yer yerinden oynadı ve hala bu konu speküle edilmektedir.Ana muhalefet partisi lideri de bu tartışmalara katıldı.hatta 8.8.06 Hürriyet gazetesinde kendisiyle yapılan söyleşide "Kürtlerin sorunları tabii ki var. Ama "Kürt sorunu" denildiğinde Anayasal egemenliğin tarifinin değiştirilmesi akla geliyor. Ayrı bir etnik kimliğin varlığının kabul edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin Türk ve Kürtlerin birlikte kurduğu cumhuriyet sayılması gibi sonuçlara varılıyor" diyen Sn. Baykal,CHP 'nin resmi web sitesinde adeta sallanıp duran raporu tekrar okusa ve aşağıdaki paragrafları yeniden kabul ya da reddetse iyi olur düşüncesindeyim.O raporda yer alan üç paragrafı aşağıya alıyorum.
1.Ülkemizin çok kültürlü toplum olmasından kaynaklanan, "etnik duyarlılıklara demokratik çözüm" genel anlayışı çerçevesinde çözümlenmesi gereken Kürt sorunu ise Türkiye'nin bir iç sorunudur. Ülkemizde çoğulcu demokrasinin yetersizliğinden kaynaklanan bir ülke içi demokrasi sorunudur.
2.- "Terör sorununa" karşı "yeni güvenlik" politikalarının
- "Kürt sorununa" yönelik olarak da, "demokratikleşme" ve "bölgesel sosyo-ekonomik kalkınma" politikalarının, kararlılıkla uygulamaya konulması, ülkede sorunların kalıcı olarak aşılmasının ve iç barışın kökleştirilmesinin tek çıkış yoludur
3.Doğu ve Güneydoğu sorununun, terör ve Kürt sorunu boyutlarını da kapsayan genişlikte çözümlenebileceğinden, ülkemizin bu krizden hızla çıkabileceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.Bu çerçevede, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun ve bölgedeki insanlarımızın yaşamakta olduğu olumsuzluklara, adeta kadere dönüşen sorunlara kalıcı çözüm, iki mega projenin;
a-) Demokratikleşme ve Yerinden Yönetim Projesi ile,
b-) Bölgesel Sosyo-Ekonomik Kalkınma Projesi'nin, kararlılıkla ve eş-zamanlı olarak yaşama geçirilmesi ile sağlanabilir.
Dikkat edilirse raporda kullanılan dil "kürt sorunu"nu ayrıca ele alıyor.getirilen tanımlar
Doğu ve güneydoğu sorunu,terör sorunu ve kürt sorunu adıyla üç ayrı sorun olarak ele alınıyor.
Devam edelim,siyasi hafızamızı yokladığımızda başka nelerle karşılaşıyoruz?
Sn. Mesut Yılmaz Avrupa Birliğine giden yol Diyarbakır'dan geçer demiyormuydu ?
Sn. Demirel Kürt realitesini kabul ediyorum dememişmiydi? oysa realite gerçek demektir.Zaten gerçekler sadece kabul edilir,sorun ise; çözülür.başka bir deyişle sorun kelimesi realite'nin yanında hafif kalır..
Akabinde Sn. Başbakanımız "Üst kimliğimiz Türk kimliğidir" dedi..
Bu cümle de olabildiğince speküle edildi,hala da devam ediyor.
Aşağıya aldığım paragrafın dikkatle okunmasını istiyorum.
"Atatürk Milliyetçiliği", Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi "Türk Ulusu"ndan sayan; etnik köken, dil, din ve mezhep gibi nedenlerle yapılacak her türlü ayrımcılığı reddeden, birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışı içerir.
Anayasamızda benimsenen ulusçuluk da, etnik köken, dil, din, mezhep gibi benzerliklere değil; yazgı, kıvanç, tasa ve ülkü ortaklığına ve birlikte yaşama isteğine dayanan ulusçuluk anlayışıdır. Türk Ulusu'ndan sayılmanın tek koşulu vatandaşlık bağıdır. Bu, Anayasa'nın 66. maddesinde, "Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." söylemiyle açıkça vurgulanmıştır. Maddede, Türk olmak etnik kökenle değil hukuksal bir bağla "Vatandaşlıkla" ilişkilendirilmiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında oluşan bu tanım 1924 Anayasası'na da aynı biçimde girmiştir. Bundan etnik bir anlam çıkarmak doğru olmaz.
"Türk Ulusu" kavramı Türkiye'ye gönül bağı ile bağlı olan herkesi kapsamaktadır. Yüce Önder Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" özlü sözü bunu en iyi biçimde anlatmaktadır.Çünkü,bu söyleyişte "Türk olana" değil, "Türküm diyene" denilmiştir.
Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinde bulunan ve anayasalarda da yer verilen Türk Ulusu kavramının bir üst kimlik olarak kullanıldığıdır. Yüce Atatürk'ün deyişiyle, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir".
Yukarıdaki paragraf Sn. Başbakanımızın Diyarbakır konuşmasından yaklaşık on ay önce Sn. Cumhurbaşkanımız A.N.Sezer 'in 28.10.2004 tarihli Cumhuriyet Bayramı mesajından alınmıştır.
Sonuç olarak diyorum ki;bizde bu paranoya olduğu sürece hezeyan halinden çıkmamız mucizelere bağlı.10.08.2006
Hayrettin Çakmak/hayrettincakmak@hotmail.com