Hemen birkaç itirafla başlayayım ki, kimse yanlış anlamasın !
Hayatta belki de en büyük kompleksim müzik eğitimi almamış olmamdır.
Müzikolog veya enstrümantalist değilim ; ama çok sağlam bir müziksever, eski tabirle musikişinas olduğumu söyleyebilirim.
"Kulağa hoş gelen ölçülü sese müzik denir" benim için muteberdir.
Oyun havalarını çok sever, müzik diye yutturulan gürültülerden nefret ederim.
"Zevkler ve renkler tartışılmaz" sözü musiki için pek muteberdir.
Yani severim veya sevmem.
Alaturka, alafranga, Doğu, Batı, şura, bura fark etmez…
Müzik evrenseldir ve evrensel müzik üretimi içinde sevdiklerim vardır, sevemediklerim vardır…
***
Sevmemin ölçüsü eserin benim hoşuma gidip gitmemesidir.
Entsrümental müzik ise tınıların kulaklarımla tadılan müzikaliteleri ; sözkonusu söz içeren bir parça ise sözlerin anlamı ve diksiyonu önem arz eder !
Örnek olarak Ahmet Kaya, Serdar Ortaç ve Rafet El Roman şarkılarının sözlerini ve sanatçıların özgün yorumlarını evvelahir pek sevmişimdir.
Müziğin beni ya dinlendirmesi, ya da duygulandırması, uçan halısına bindirip beni gezdirmesi gerekir.
Bazen de göbek attırması veya fikirlerime raks ettirmesi…
Dilini bildiğim, anladığım ve kullandığım ülkelerin sanatçılarını daha çok dinlerim.
Yani sevdiğim parçalar Türkçe veya Fransızca ağırlıklıdır.
***
Eseri icra eden sanatçının etnik kökeni, cinsel veya ideolojik tercihleri beni hiç ilgilendirmez.
İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül, Yıldız Tilbe veya rahmetli Ahmet Kaya'nın Kürt kökenli olmaları veya olmamaları hiç umurumda değildir.
Benim için önemli olan özellikle Türkçe dilini nefis kullanmalarıdır.
Elton John'un eşcinselliği, Charles Aznavour'un Ermeniliği, Rafet El Roman'ın veya Tarkan'ın kökenleri beni hiç ırgalamaz.
Kimse anne-babasını seçmiyor sonuçta ve hepimiz insan olarak geliyoruz dünyaya…
Zaten çok zor yetişen sanat insanlarını (sanatın her türlüsü) farklılıkları sebebiyle süründürmenin, hapsetmenin, öldürmenin, sürgüne göndermenin amacını anlayabilmiş değilim…
Pişmanlık konusunda yazılan şarkıları derlesek bir antoloji yapar, eminim…
"Son pişmanlık neye yarar", "Ne zaman gelirsen gel, başıma tac olursun/Sen benim eski değil, eskimeyen dostumsun", "Pişman olur da bir gün, dönersen bana geri, gönül kapım açıktır, çalmadan gir içeri"…
Ne demiş atalar ?
"Büyük lokma yut, ama büyük konuşma."
Yaşanmış onca acıdan sonra özür dilesen ne yazar?
Gencecik yaşta, 16.11.2000 tarihinde, kahrından ve hasretinden kalp krizine yenik düşmüş ve Paris'in meşhur Père-Lachaise kabristanında yatan Ahmet Kaya geri mi gelecek ?
Türkiye onun gibi özgün bir ses sanatçısını ve Türkçe dili cambazını bir daha ne zaman görecek ?
Serdar Ortaç da güzel Türkçesi, özgün sesi, sözleriyle bütünleşen kıvrak dansları, gülümseyen yüzü nedeniyle çok sevdiğim sanatçılar arasındaydı.
1999'da olayın olduğu salonda Onuncu Yıl Marşı'nı okuduğu o sahneyi görene kadar…
Kızdım, küstüm ve dinlemez oldum o andan sonra…
Bugün Milliyet'te çıkan söyleşisini okudum.
"Ahmet Kaya'nın hiçbir suçu yoktu : Pişmanım…" (Radikal gazetesinden) dediğini de gördüm.
Hoşuma gitti.
Bu akşam "Karabiberim"i uzun bir aradan sonra tekrar dinleyeceğim…
Yakup Yurt ©
Brüksel, 06 Aralık 2009