Türkiye’de cumhuriyet kurulduğundan beri hedef çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak.
Ulusal bağımsızlık savaşının önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Fransız İhtilalinden ve Aydınlanma felsefesinden etkilenmiş kişiler.
Belki de bu niyetle laik bir cumhuriyet kuruyorlar.
Ve kısa sürede çok hayırlı işlere imza atıyorlar.
Ama gel gör ki Azrail çok aceleci davranarak O’nu aramızdan çok erken alıyor...
***
Aynı dönemde Avrupa genelinde çok kötü günler yaşanıyor.
Avrupa bir yandan ölüm döşeğinde can çekişen «Hasta Adam» tabir edilen Osmanlı İmparatorluğu’ndan geleceğini düşündüğü mirası paylaşma telaşıyla son kalleşliklerini yapmakla meşgul...
I.Dünya Savaşı, faşizm, nazizm, frankizm, salazarizm, işsizlik, fakirlik, ırkçılık, ekonomik bunalım, salgın hastalık, fuhuş bizim Aydınlanma Dönemi dediğimiz «Epoque des Lumières’i » mumla aratıyor...
Ardından gelen II. Dünya Savaşı sonucunda tam bir yıkım yaşanıyor...
Savaşlarda can veren milyonlarca masum insan azgın ihtiraslara kurban gittiler...
***
II. Dünya Savaşı akabinde Batı Avrupa’ya doğru bir işgücü göçü başladı.
Avrupa’nın akil adamları bir daha kendi aralarında savaşmamanın yollarını aradılar.
Önce Avrupa Konseyi, NATO, CECA, Ortak Pazar, OECD, vs... derken günümüz AB’sine kadar gelindi.
Farklı dil, din ve kültürlerden göçmenler «gurbetçi» oldular.
Davul zurnalarla karşılandılar.
Her türlü olumsuzluğa göğüs gererek çalıştılar, çabaladılar.
Ama kimseye bir türlü yaranamadılar.
Buralarda uyumsuzlukla suçlandılar.
Yedinci ayda izine gittiklerinde psikolojik telafi amacıyla maddi hava attılar.
Burada yabancı, orada Almancı muamelesi gördüler.
İki taraflı dışlandılar.
***
Aradan 50 yıl geçti.
SSCB ve Berlin Duvarı yıkıldı.
Tek kutuplu ve globalleşen bir dünyada yaşıyoruz.
İslam düşmanlığı revaçta.
Medyada islamofobi pompalanıyor.
Batı ülkelerinde ırkçı ve yabancı düşmanlığı en sık kullanılan siyasi malzeme oldu.
Avrupa Birliği’nde yaklaşık 15 milyon müslüman yaşıyor ve bu insanların çoğunluğu bulundukları ülkelerin vatandaşı.
Çocuklarım, eşim ve ben gibi...
Bulunduğumuz ülkeye, yani Belçika’ya, sevgi ve saygımız var.
Ama asimile olmadık, köklerimizi unutmadık, inkar etmiyoruz.
***
Flaman ırkçı partisi Vlaams Belang (Flaman Menfaati) 10 Nisan günü liman kenti ve dünya elmasçılığının merkezi Anvers’te bir kongre düzenlemiş.
Avusturyalı, İtalyan, Danimarkalı, İsveçli ve İsviçreli ırkçı partilerin katılımıyla...
Sloganları «Yabancılara karşı daha sert politika» izlenmeli.
Vlaams Belang İsviçreli ırkçılardan esinlenerek afişe iki koyun koymuş.
Bir ak, biri kara...
Ak koyun Flamanları, kara koyun Türkleri ve Faslıları simgeliyor.
Ama ak koyun koyunluğunu yapıyor ve kara koyuna tekme atıyor, AB’nin dışına itiyor!
Güzelim insanlık dururken, hayvanlıktan medet umuyor.
A benim ırkçı Belçikalı vatandaşım.
Ak ta olsa, kara da, koyun koyundur; sonuçta bir hayvandır.
Kuş kadar aklın olsa, insanca çözümler üretirsin.
***
Nedir senin bu hayvan merakın anlayabilmiş değilim.
Flamanya’nın simgesi aslan, Valonya’nın simgesi horoz.
Ee normal sayılır ; ne de olsa Jean de la Fontaine masallarıyla büyüdünüz.
Biz Türkler Kurban Bayramı’nda kurban keseriz ve genellikle koyunu tercih ederiz.
Irkçılık adına bizi kara koyun yaparken kendinizi de ak koyun, ama yine de bir koyun, yapmışsınız.
Biz kara koyun olmaya razıyız.
Ama bir şartla : Domuzluk yapmayı bırakın...
Yoksa seçmenden daha çok kırmızı kart görür, yedek kulübesinde bekler durursunuz!
Bizler de kına yakar oynarız...
Yakup Yurt (c)
Brüksel, 15 Nisan 2011