Prof. Dr. Kudret Bülbül
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı
Teslimiyetçilik ve reddiyecilik birbirinden bağımsız, birbirine karşıt iki tutum gibi görünebilir. Bununla birlikte bu iki tutum arasında yakın bir ilişki vardır. Batıda yaşayan göçmenler, Müslümanlar içerisindeki her iki tutum birbiri için meşruiyet üretebilir. Kendi değerlerinden tamamen kopmuş, içerisinde yer aldığı toplum içinde kaybolmuş teslimiyetçi kesimler reddiyeci kesimlerin meşruiyet kaynağı olabilir. Tersi de doğrudur. Reddiyecilik içerisinde, yaşadığı toplumdan tamamen kopmuş ve ona karşı olan kesimler, teslimiyetçiliği tetikleyebilir. Diğer taraftan teslimiyetçilik de reddiyecilik de, fıtri bir durum olmadığı için, tamamen içselleştirilebilen bir tutum olmayabilir. Her iki tutum da aşırı bir bakış olduğundan, benimseyenleri tarafından adeta hergün yeniden meşrulaştırılması gereken, bireylerin kendilerini hergün yeniden ikna ettiği bir tutum olabilir. Tamamen içselleştirilemediği durumlarda bu iki tutum arasında geçişgenlikler de görülebilir. Teslimiyetçilikten reddiyeciliğe, reddiyecilikten teslimiyetçiliğe geçişler söz konusu olabilir. Bu durum, dini değerlerle hiç bir ilişkisi olmayan, bar işleten, alkol alan, görünürde tamamen asimile olmuş kesimlerden de neden İŞİD’e katılım olduğunu kısmen açıklamaktadır.
Reddiyeciliğin de, teslimiyetçiliğin de bu yaklaşım sahipleri ve içerisinde yaşadıkları toplumlar için herhangi pozitif bir katkısı da geleceği de yoktur.
Mağlubiyet psikolojisiyle değil, özgüvenli bir konumlanma
Teslimiyetçiliğin ve reddiyeciliğin ötesinde bugün Batıda ihtiyaç duyulan yaklaşım Said Halim Paşa’da kendisini bulan sağduyulu ya da özgüvenli yaklaşımdır. Said Halim Paşa’nın, 1. Dünya savaşının olanca acımasızlığı, kuşatılmışlığı içerisinde, Batı’ya yönelik yoğun eleştirilerine rağmen, bugün bile pek çok düşünürün erişemediği, tepkisellikten uzak sağduyulu bir yaklaşımı o gün dile getirmesi altı mutlaka çizilmesi gereken bir noktadır.
Batı toplumlarında teslimiyetçiliğin de reddiyeciliğin kaynağı esasen içerisinde yaşanılan toplumsal koşullardır. Bununla birlikte, çoğu kez göçmenler teslimiyetçiliği de reddiyeciliği de sahip oldukları ideolojilerden, kültürlerden ve dinlerden hareketle temellendirebilmektedirler.
Meseleye Müslümanlar açısından bakıldığında, İslam gibi, Hz. Adem’den son insana kadar bütün insanlığın sorunlarını çözme iddiasındaki bir din hiçbir şeyin antisi, karşıtı olamaz. Kendisi bizatihi bir iddiadır, vizyondur, imkandır. Bizatihi kurucu bir iradedir, inşaadır. Bir şeyin antisine göre konumlanmak, karşıt olduğunuz şeyi merkeze almaktır. İslam İtikatta diğer bütün inanışları reddetmekle, “La” ile başlar. Muamelatta ise ilim müminin yitik malıdır. İlim Çinde de olsa arayıp bulunuz denilmiştir. İlim nedir? bilimdir, bilgidir, tekniktir, yöntemdir, uygulamadır.
Bu konuda Hz. Peygamberin Mekke Cahiliye toplumu ile ilişkileri bizim için yol gösterici olabilir. Çünkü o günkü hali ile Mekke Cahiliye toplumu insanlığın dip noktasıdır. Hz. Peygamberin bu toplum ile kurduğu ilişki, daha az kötü olan diğer bütün toplumlarla, yaşayışlarla ve ideolojiler ilişkiler için de yol gösterici olacaktır. Hz. Peygamberin Mekke cahiliye toplumu ile üç tür ilişki kurduğu söylenebilir. Bazı yaptıkları, davranışları Mekke cahiliye toplumu ile aynıdır. Giyim, kuşam, sakal gibi Hz peygamberin bazı yaptıkları ile Mekke cahiliye toplumunun davranışları arasında bir fark yoktur. Bu konularda peygamberimiz bir değişikliğe gitmemiştir. Hz. Peygamber bazı yaptıklarıyla Mekke cahili toplumunun yaptıklarını düzeltmiştir, değiştirmiştir. Örneğin sakalını kısaltmıştır. Bazı yaptıkları da vardır ki, Mekke toplumunun yaptıklarını tamamen reddetmiştir.
Hz. Peygamberin, analitik yaklaşım olarak da adlandırılabilecek bu üçlü yaklaşımı, Doğuya, Batıya, Güneye, Kuzeye, Moderniteye, Postmoderniteye, Küreselleşmeye vs hayatın her alanına bakış için bugün de son derece anlamlı ve açıklayıcıdır. Teslimiyetçi yaklaşımlar bizi biz olmaktan çıkarır. Toptan reddiyeci yaklaşımlar gençliğimizi IŞİD gibi aşırı akımlara götürür. Bu bağlamda son Osmanlı Medeni hukuku olan Mecelle’deki “eşyada aslolan ibahadır” kaidesi son derece önemlidir. Mecelle doğada/hayatta esas olanın özgürlük olduğunu ifade etmektedir ki, bu bakış bu gün belirli kesimlerin içine girdikleri mağlubiyet psikolojilerini aşmaları için çok önemli bir bakış açısıdır.
Tanzimat ile girilen süreçlerde gösterilen tepkiler genellikle tepkisellik ve teslimiyet arasında salınmaktadır. Bu bağlamda Tanzimat’a ilişkin değerlendirme ve yaklaşımlar sadece o döneme ilişkin değildir. Tanzimat’la girilen bir sürecin bugün de sonuçlarını yaşamaktayız. Günümüzde yaşanılan süreçlere de çoklukla Tanzimat’a gösterilen tepkiler gibi tepki gösterilmektedir. Oysa hayatı çok yönlü olarak üreten ve değiştiren süreçler karşısında sürekli izleyici olarak kalınamaz. Bu süreçler bireyleri, grupları, kurumları ve ülkeleri etkileyen ve zorlayan süreçlerdir. Bu perspektiften baktığımızda gerek geçmişte Batı modernliğine gerekse günümüzde Avrupa Birliği ve küreselleşme süreçlerine ilişkin çok anlamlı bir tutum geliştirilebildiği söylenemez. Burada bilinçli bir biçimde alternatif geliştirmekten bahsedilmemiştir. Bazı durumlarda kuşkusuz alternatif geliştirilecektir. Ama her durumda alternatif geliştirmek kendimizi ötekileştirmenin ve gelişmelerin dışında kalmanın bir ifadesidir.
Bu çerçevede her ne ile karşılaşıyorsak Teslimiyetçi ya da toptan reddiyeci akımların dışında analitik bir yaklaşımı benimsemeliyiz.
Diğer taraftan hayatı/konuları çok işin içinden çıkılmaz gibi görüp, kopmamak gerek. İslam zorluk değil kolaylık, anormallik/aşırılık değil normallik/vasatlık dinidir...
Sonuç olarak Batı da dahil karşılaştığımız olgulara, kavramlara, sorunlara asla mağlubiyet psikolojisine teslim olmadan, sahip olduğumuz değerlerin genel düsturları çerçevesinde, özgüvenli bir bakışla yaklaşmalıyız. Bizim aslında Horasan’dan başlayıp Anadolu’ya, buradan da Batı’ya akan yürüyüşümüzün öyküsü de budur. Sahip olduğumuz değerlerin genel düsturları çerçevesinde karşılaştığımız bütün kültürlerle, bir çekiniklik göstermeksizin, zenginleşmişiz. Yürüyüşü ile gittikçe büyüyen bir kartopu gibi, karşılaştığımız bütün farklılıklar, korkularımızın değil, zenginliğimizin kaynağı olmuştur. Çözüm sanıldığı kadar zor değildir: Hz. Mevlana’nın bir ayağını sağlam basıp, diğer ayağı ile bütün dünyaya açılmak şeklinde ifade ettiği pergel metaforunda olduğu gibi, bir taraftan kendi değerlerimize dayanan, kimliğimizi kişiliğimizi oluşturan ayağımızı sağlam basarken, diğer taraftan zihin dünyamızı zenginleştirecek, hayatımızı kolaylaştıracak bütün farklılıklara açık olmak…
Peki tek başına doğru konumlanma bütün sorunları çözer mi? Bizi varmamız gereken sahile ulaştırır mı?
Devam edeceğiz.