Bilmeyenler için hemen söyleyeyim ki Maxime Le Forestier sahnede gitarıyla şarkılar terennüm eden Fransız bir solo şair şarkıcıdır.
Kendisi 10.02.1949 Paris doğumlu olup tam manasıyla 68 kuşağındandır.
Her daim özgürlükleri savunmuş, hiç paranın kölesi olmamış, yüzündeki tebessümü hiç kaybetmemiş, verilen söze ve dostluğa önem veren, güvenilir bir yapıya sahipti.
Ben kendisini 70’li yılların başında tesadüfen tanıdım.
Radyolarda yeni yeni ismi ve parçaları çalınıyordu ve o ekmek parası için Eyfel Kulesinin restoranında gitarıyla ve şiir-şarkılar söyleyerek Paris’e gelen aşıkların pişman olmamalarını sağlamaya gayret ediyordu…
***
Ben o vakit Belçika’nın Verviers kentinde (Almanya sınırına yakın, Liège’e trenle yarım saat, Almanca Konuşanlar Bölgesine bitişik eski tekstil sanayiine ait yemyeşil bir kent) Yabancı Öğrenciler Derneği Başkanlığını yürütüyordum.
Durumu Yönetim Kurulu’ndaki arkadaşlara açtım, kabul ettiler ve şahsıma yetki verdiler…
Henri Vieuxtemps Meydanında, bize tahsis edilmiş güzel ve büyük bir bahçe içinde şatovari bir binamız vardı.
Sanatsal ve kültürel etkinliklerimizi binanın bahçesinde (havanın durumuna göre) veya salonlarında düzenlerdik.
Narkotik Şubeden bir komiseri davet ettim, uyuşturucu madde eşantiyonları ile geldi ve salonu dolduranlara uyuşturucunun zararlarından profesyonelce bahsetti…
Güzel bir havada bahçemizde kuzu çevirme bile düzenledik…
***
Radyodan sık sık dinlediğim ve beğendiğim gezgin halk ozanı, trubadur Maxime Le Forestier’yi getirme fikrine kapıldım.
Kendisiyle temas kurdum, durumumuzu anlattım.
Yol parası kendisine ait olmak üzere 8.000,- Belçika Frangına (halen 200,- Avro) anlaştık.
Büyük bir sükse yapacak, çok para kazanacağız zannettim.
Çok gelen olsun diye bilet fiyatını çok düşük (yarım Avro) tutttum.
Topu topu 20 izleyici geldi, zarar ettik, moralimiz bozuldu.
Kaybedilen paraya değil, sanatçıya karşı işlenen ayıba…
***
Bildiğiniz üzere 32 yıl yeminli tercümanlık yaptıktan sonra emekli oldum ve hobim Fransızca-Türkçe dilleri arasında şiir veya şarkı sözü çevirisi yapmak…
Örnek aldığım insan Bursa’da Heykel’in karşısında tiyatrosu bulunan, bir dönem Paris’te Osmanlı sefirliği de yapmış olan üstad Ahmet Vefik Paşa…
Yabancı öğrenciler Fransızca eğitim alıyor ve aralarında Fransızca konuşuyorlardı…
Lâkin bir dili mekanik olarak konuşmak ayrı, o dilde ifade edilen edebi iklime girebilmek ayrıydı…
Söz konusu olan bizler Verviers’de şarkı dinlerken uçan halıya binip bedavaya San Francisco’daki Mavi Ev’dekilerin arasında olabilmekti…
O iklimi, o duygusallığı paylaşmaktı…
Ama bunu diploma alıp ülkesinde ekmek parasına kavuşmayı hayal eden gençlerin Fransızca bilgilerinden beklemek hayalcilikti, iyimserlikti…
***
Ki bu insanların çoğu eski Fransa veya Belçika sömürgelerinden gelmekteydi…
Vietnam gibi, Kamboçya gibi, Lübnan gibi, Kongo gibi, Fas gibi, Cezayir gibi, Tunus gibi ülkelerden kimya veya tekstil mühendisi diploması almaya gelmiş gençlerdi…
Benim gurur kaynağım azınlıkta kalan Türk öğrenci grubuna rağmen başkan seçilmiş olmam ve onlarda eksik kalan kültürel boşluğu olabildiğince doldurma imkânına kavuşmuş olmaktı!
***
Sonra Paris’e dönen Maxime Le Forestier’yi tren garında uğurladım.
Hiç tanınmadığında da severdim, tanındıktan sonra da sevdim, bugün de seviyorum…
Fransızca bilen veya bilmeyen tüm sanatseverlere onun melodilerini ve ses tınısını dinlemelerini candan tavsiye ederim.
Yakup Yurt ©
Umurbey-Gemlik, 24-07-2015