Bir hareket düşünün ki, kaynağını inançtan, dürüstlükten, adaletten aldığını iddia etsin…
Bu idealler uğrunda 40 yılı aşkın bir süredir mücadele ettiğini söylesin…
Taraftarları tek adam ve ekibine tam sadakatle bağlansın…
Kendisinden şüphelenen, ancak ekibinden asla şüphelenmeyen bir taraftar grubu olsun…
Bir hareket düşünün ki, doğrularını bütün insanlık için hayata geçirebilmek gayesiyle, siyasi arenaya çıksın….
Ve gün gelsin, halk ona iktidarı, kısmi de olsa, emanet etsin…
Ve sonra, demokratik olmayan yollarla hakkı elinden alınsın, haksızlığa uğrasın, hem de farklı zamanlarda idari ve hukuki olarak yasaklansın…
Ve yine de, her haksızlığa uğradığında taraftarları tarafından daha da yücelen duygularla bağırlara basılsın…
Ve sonra, halk tarafından beklemeye alınsın, öz eleştiriye, yeniden yapılanmaya, zamanı olsun diye…
Bu en azından tarafları tarafından böyle anlaşılsın, gerçeklik payı olmasa bile…
Düşünceden öte, bunların hepsi yaşandı toplumun gözü önünde…
*******
Peki ne oldu bu öz eleştiri, bekleme, düşünme ve analiz safhasında…
Normal olan yöntemle yenilenme çabaları, yeni yüzler ve yeni hamleler…
Belki de eskiden yapılmasına cesaret edilemeyen, yapılamayan ya da büyük bir ihtimalle yapılmak istenmeyen yeniliklere yol vermek…
İstenmeyerek de olsa yapıldı bu kısa(!) sürede…
*******
Sonra ne oldu dersiniz? Hırslar şaha kalktı, 40 yıllık maskeler düşüverdi!
Yıllar yılı attıkları nutuklarla toplum önünde boy göstermek şerefine nail oldukları toplantılarda, verdikleri tavsiyelerle çeliştiklerini anlayabilmek için bu camia 40 yıl bekledi.
*******
Tebrikler ! Bu kadar uzun süre kişiliklerini saklama başarısı gösterdikleri için tebriği hakettiler doğrusu….
*******
Tepede olduklarında mücahit, tabanda olduklarında gelenekçi ya da ak saçlı oldular…
Yerlerinden ayrılmayı hiç ama hiç düşünmediler, babadan devr bakkal işletircesine… Milletin bağrına bastığı gönül insanlarını bir gecede unutuverdiler. Halkın en bir ve iki numara yaptığı potansiyeli, gözlerini kırpmadan kapı dışı ettiler.
*******
Yıllarca söylediklerini hiç hatırlamadılar…
Bir kaçını hatırlatmakta yarar olsa gerek, hafıza şaşar ne de olsa…
Hani davada çaycılıkla başbakanlık arasında hiçbir fark yoktu. Hem çaycılık yapanları öve öve bitiremediler, gerçek dava sahipleri olarak göklere çıkardılar. Hiç yapmadığınız bu takva testi için işte size bir fırsat. Biraz da çaycılığı siz yapsanız! Hem oturup çay içseniz, çaycılığa da gerek yok.
*******
Yönetimde kalite, olgunluk, yaş sınırı belirlediniz. Büyük Önder'in örnekliğinde yönetime gelme yaşını 40 olarak anlattınız. Çok yerinde bir tespit, çünkü 40 yaş, duygularla hareket etmemenin, daha akılcı kararlar verebilmenin, olgunluğa erişmenin zamanı olarak tanımlanır.
Müthiş bir tespit ve bu böyle…
Ancak unutulan cümlenin bitiş noktası. Yine aynı kaynaktan yaklaşımla son limit 63 yaştı.
İnsanın bazı yetilerini iyi kontrol edemediği, sonbahar mevsiminin yaklaştığının sinyaliydi bu zaman. Ama bunu da unuttunuz galiba. Sonra dönüp elli yaşındakilere çocuk demekten geri kalmadınız. Ama yine de hatırlatmakta fayda var. Sahi sizin yaşınız kaç?
Adalet, eşitlik, fedakarlık, kısaca Ömer, sadece bakanlık yaparken aklınıza geldi nedense…
Ya kendinize hiç dönüp bakmaz mısınız Allah aşkına! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
*******
Size yıllardır, o yerlerde arzı endam etme lüksünü sunan bu topluluğu hiç dinlemediniz, onları hep aşağıladınız. "Bir eliyle terini silen, bir eliyle veren" insanlar sizden hep azar işittiler, davanın öngördüğü sadakat uğruna. Neden mi? O boy gösterdiğiniz konuşmalarda mikrofonunuz iyi çalışmadı, büyük, büyüleyici ve galeyana getirici laflarınıza biraz ses kirliliği karıştı ya da iftar yemeğinizin organizesi biraz aksadı diye. Öyle ya büyük davalar, çelimsiz omuzlarda yükselmezdi….
Bu ekranlara yansımayan kişisel yetersizliklerinizin bilinmediğini mi sanıyordunuz.
Egonuzu kişiliğinizin önüne alırken, bunları da düşünmeniz gerekmez mi? Has adamlarınıza gazı verin, yemeği rezil edin, ondan sonra da çıkın, pişkin pişkin masal anlatmaya devam edin…
********
Her zaman sadakat sembolü olarak görülme çabasında olanlar… Ve yıllarca böyle görünenler. Biraz da kendinizi test edin. Ya çıkın biz böyle değildik deyin ya da itiraf edin! Lütfen saçmalamayı bırakın. Birilerinin yaptığı kuşburnu çay içimi eşliğinde, bilmem kimin hatıralarını dinlettiği gibi, hikaye anlatmayın bu topluma… Hem görülüyor ki, o hikayelere de pek meraklıymışsınız. Baksanıza yenilerini dinlemek için can atıyorsunuz, gidip akıl alıyorsunuz. Müjdeler olsun! 40 yıldır her şeyi duyan ve gören bu topluluk hazırlanın! Yeni hikayeler geliyor. Ama bir farklılık olsun, dinlerken kuşburnu çayı içmeyin lütfen, başka bir şey için….
Yeni bir dünya, adil bir düzen, adalet, hakça bölüşüm, insanca yaşam, inanca özgürlük iddialarıyla yola çıkan bu trenin kaptanları. Görünen o ki, sizin yönetimde kalmanız her şeyin üstünde. Dava, ideal vs, siz oradayken var. Öyleyse oturun köşenizde, toplayın vefa timsali has adamlarınızı, bırakın siyaseti, paylaşın birbirinizle yaptığınız mücadeleleri, yaşadığınız zorlukları ya da alın örgütünüzü, paylaşın görevleri, ömrünüz bitene kadar başta kalın.
Toplumun karşılığını sonsuza bıraktığı, sizinse burada aldığınız karşılıkları anlatın. Ha gitmeden önce de bir 'veliaht' belirleyin. Ne de olsa bu halk ne yaptığını bilemez. Hep bir 'bilen'e ihtiyacı vardır. Aman ha sakın unutmayın. Bu toplumu bu bilgeliğinizden mahrum etmeyin lütfen.
*******
Bunu yapmıyorsanız eğer , lütfen masal anlatmaya devam etmeyin. Gerçek yüzlerin görünmesine çok az kala, indirin maskelerinizi, başkaları indirmeden…
Sebahattin YILMAZ
yilmaz_seba@hotmail.com
Maasmechelen, 20/09/2010