Haberin yayım tarihi
2013-08-03
Haberin bulunduğu kategoriler

Mısırlı kardeşim, şanlı direnişin kutlu olsun!

Zeynel Abidin (Konuk Yazar)

“Kılıçlar savaş ateşini körüklerken insanın kullanabileceği en kötü silah gözyaşı dökmektir”

(Kadı el-Herevi)

Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri

Amin Maalouf ‘un “Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri” adlı kitabını okuyorum.

Kitap, iki yüzyıl (1096-1291) süren Haçlı Seferleri’ni ve Orta Doğu’daki Frenk işgalini, anlatırken, bu bölgenin güncel durumuna ışık tutmakta ve 1096 yılında başlayan seferlerde Türk, Kürt, Arap emirlerinin kişisel eğilimlerini, kültür yapılarını, zaaflarını görüp, Haçlıların Orta Doğu’da iki yüzyıl kalışlarının sebebini anlatmakta.

Bin yıl önceki yaşananlarla bugünler kıyaslandığında, oynanan oyunların, senaryoların aynı olduğunu sadece oyuncuların, figüranların değiştiğini görebiliyorsunuz.

Hal böyleyken, vahşetin, kanın membaı olan Batı’dan medet ummak, onları, yaktıkları ateşi söndürmek, döktükleri kanı durdurmak için yardıma çağırmak kadar gülünç ve acı ne olabilir ki… Onlar her zaman olduğu gibi “kör, sağır, dilsiz” olmanın dayanılmaz keyfini yaşamakta ve sahneye koydukları oyunlarının Müslüman kanı akıtışından duydukları zevkle, başarılarını kutlamaktalar.

Kitaptaki şu alıntı, BOP Eşbaşkanlarının, diyalog havarilerinin, emperyalist güruha ruhunu satan yerli işbirlikçilerin suratlarında şamar gibi patlamaktadır.

İşte, böyle vahşetler karşısında insanın saflarını belirlemede, tavırlarını ortaya koymada yapılması gerekenlere ışık tutan o pasajlar:

Arap Hazanı…

“Ulu kadı Ebu Said el-Herevi, Halife el-Mustazhirbillah’ın geniş divanına bağırarak girer. Kadı, kürsüsünden konuşan bir vaizin coşkulu hitabeti içinde, mertebeleri hiç dikkate almaksızın herkese birden nutuk çeker:

—Suriye’deki kardeşlerimizin deve eyeri veya akbabanın midesinden başka eğleşecek bir mekân kalmamışken, siz bir bahçe çiçeği gibi uçarı bir hayat sürüp talih eseri başınızı soktuğunuz şu emniyetli kuytuda miskin miskin uyuklamaya nasıl cüret ediyorsunuz? Ne kadar çok kan döküldü! Kim bilir kaç genç kız, masum çehrelerini utançtan elleriyle örtmek zorunda kaldı! Yiğit Araplar hakarete alıştılar mı ve kahraman İranlılar şerefsizliği kabul mü ettiler?

 Arap tarihçiler, bu “ Yürekleri sızlatacak, gözleri yaşlarla dolduracak ve kalpleri coşturacak bir söylevdi” diyeceklerdir. Konuşmayı duyan bütün oradakiler iç çekmeleri ve ağlamalarla sarsılmışlardır. Fakat el-Herevi onların hıçkırıklarını duymak istememektedir.

—Kılıçlar savaş ateşini körüklerken insanın kullanabileceği en kötü silah gözyaşı dökmektir, der.

 Eğer Şam’dan Bağdat’a Suriye çölünün dur durak bilmeyen kızgın güneşinin altında üç uzun yaz haftası boyunca yolculuk yaparak geldiyse, bunun nedeni merhamet dilenmek değil de, İslamiyet’in en üst yetkililerini inananların üstüne çöken afet konusunda uyarmak ve onlardan katliamı durdurmak üzere zaman kaybetmeden işe müdahale etmelerini istemektir.

 El-Herevi, “Müslümanlar hiç bu kadar aşağılanmadılar, ülkeleri bundan önce hiç bu kadar vahşice perişan edilmedi” diye tekrarlayıp durmaktadır.”

Bu çağrı, yukarıda adı geçen zevatın hoşuna gitmeyebilir. Zira onlar, yüklendikleri görev gereği bu fitnenin, bu bozgunculuğun ve kirli, kanlı oyunun birer parçası olmaktan kendilerini kurtulamamışlardır. Öyle olmasaydı bu ülkelere mesafeli durmazlar, oradaki halklara karşı emperyalistlerin ağzıyla konuşmazlar, bunca kan dökülmesine müsaade etmezler, ümmetin parçalanmasına meydan vermezler, Amerika’yı, İsrail’i kendilerine yakın, Suriye’yi, Mısır’ı, İran’ı, Irak’ı Türkiye’ye ırak etmezlerdi…

“Fitne/baskı ve bozgunculuk, öldürmekten daha kötüdür.”, “İnsan nankördür, zalimdir ve çok cahildir” buyuran Yüce Allah, aslında günümüzde yaşananları bu iki ayetiyle özetliyor.

 Yakılan fitne ateşi Nemrud’un ateşi gibi her yanı sarmakta. Saflar şimdi daha iyi belirginleşmekte, daha sıkı tutulmakta; kimlerin Musa ve İbrahim’in, kimlerin de Nemrud ve Firavunların yanlarında oldukları gün yüzüne çıkmakta.

Çağdaş Nemrutlar ve Firavunlar ve odun hamalları…

Nemrud, putları başına yıkan İbrahim Peygamberin ateşte yakılması emrini verdi. Bunun üzerine putperest halkın çoluğu çocuğu, genci ihtiyarı seferber olup, ne kadar odun, ağaç varsa kesip, büyük bir meydana toplamaya başladılar. Böylece bu odun hamalları, dağlar gibi odunları yığdılar. Öylesine büyük bir ateş yakıldı ki, görenlerin korkudan dudakları uçukladı. Nihayet sıra İbrahim Aleyhisselam`ı ateşe atmaya geldi, ama yaklaşabilmek mümkün mü?! Ateş öylesine korkunç, alevler öylesine hararetliydi ki, ne insan ne de bir canlı yaklaşabiliyordu. Bunun üzerine bir mancınık yaptılar. Bu mancınıkla Hz. İbrahim`i o cehennemî ateşe atacak ve çatır çatır yakacaklardı.

Rivayet edilir ki, bu sırada minik bir serçe, küçücük ağzına bir damla su alıp, o bulutları yalayan korkunç alevlere doğru uçmaya başlamış. O esnada bir başka serçe ise, onun bu telaşını görmüş ve yanına yanaşıp:

"Böyle acele acele nereye uçuyorsun?" diye sormuş. Ağzında bir damla su taşıyan serçe demiş ki:

"Duydum ki Nemrud, Hz. İbrahim`i yakmak için büyük bir ateş tutuşturmuş. İşte o ateşi söndürmek için koşuyorum." Tabiî bu cevabı işiten diğer serçe acı acı gülmüş ve arkadaşına:

"Yahu o cehennemi andıran ateşe karşı senin bir damla suyun ne yapabilir ki?" deyince, su taşıyan seçe:

"Olsun! Hiç olmazsa dostluğum belli olsun! Tarafım, safım belli olsun!" demiş.

Tabiî bu olayda kertenkele de kendisine bir görev üstlenmiş. O da Hz. İbrahim`in ateşini güya harlatmak için üflüyormuş. Bir arkadaşı onun bu nefes nefese üfürüşünü görünce söylemeden geçememiş:

 "Yahu ateş zaten harlamış, gürlemiş, dağlar gibi olmuş. Sen üfürsen ne olur üfürmesen ne olur?" Diğeri cevap vermiş:

 "Olsun! Düşmanlığım belli olsun, safım belli olsun!"

Kazananlar Firavunlar değil Musalar olacaktır…

Bugün de çağdaş Nemrutlar, Firavunlar, teknolojinin tüm imkânlarını seferber ederek, kiralık kalemleri yanlarına alarak dünyayı, özellikle de Ortadoğu`yu cehenneme çevirmeye çalışıyorlar. Nemrutlar, Firavunlar emrediyor, tevhid düşmanları, odun hamalları odun toplamak ve İbrahimleri ateşe atmak için seferber oluyorlar.

 Sanki her biri: "Putlarınızın intikamını almak istiyorsanız, tevhid ehlini, yurtları, yuvaları ile birlikte ateşe verin!" diyen putperest kavmin bu çağdaki torunları…

Orada yaşayan Müslüman halkı cayır cayır yakmak için el ele, omuz omuza vermişler. Bu ateşin daha da şiddetlenmesi, büyümesi ve genişlemesi için Nemrûdî bir tavır içinde gönül, emek ve eylem birliği yapıyorlar. Güçlü olduklarını dünyaya ilan etmek için her yolu mubah sayıyorlar, yakıyorlar, yıkıyorlar, öldürüyorlar, sürüyorlar, işgal ediyorlar, kuklaları, işbirlikçileri ülkelerin başına atayıp, fitne ateşini yakıp gidiyorlar. Ve ara sırada o ateşi oldukları yerden körüklüyorlar… Bu vahşeti görsünler de, kimse onlara karşı gelemesin diye de korku salıyorlar etrafa...

 Filistin, Irak, Afganistan, Keşmir, Çeçenistan, Suriye, Mısır ve adını sayamadığım daha başka coğrafyalardaki Müslüman ya da Müslüman olmayan halkların derdiyle dertlenmeyi insanî bir yükümlülük, vicdanî bir sorumluluk bildik.

“Gördüğünüz kötülükleri düzeltebiliyorsanız, elinizle, elinizle düzeltemiyorsanız dilinizle...” nebevî uyarısı gereğince yanlışlıkların, haksızlıkların, adaletsizliklerin karşısında olduk, doğruları haykırdık.

 Asla kapitalist, emperyalist, ırkçı Siyonistlerin, yerli işbirlikçilerin ve satılık, korkak Müslümanların saflarında olmadık.

 Konuşmalarımızla, yazılarımızla bu kanlı, kirli gidişata “dur” demeye ve onların oyunlarını duyurmaya, hilelerini bozmaya, tekerlerine çomak sokmaya çalıştık.

 Tüm insanî değerlerimizin örselendiği, dumura uğradığı, hafife alındığı, hatta unutulmaya yüz tutulduğu bir zamanda “dik” durarak yaşıyor olmak, sizi taviz vermeye de zorluyor. Verilen her ödün, sizden kimliğinizi, kişiliğinizi, inançlarınızı, değerlerinizi ve şerefinizi de beraberinde alıp götürüyor. “Aç canavara muhabbet beslemek, onun ancak iştahını açar, fazlalaştırır.” Nitekim Türkiye’de de yaşananlar da bundan başkası değildir. Terör örgütüne el verdiniz, şimdi yurt istiyorlar… Siz Irak ve Suriye’nin bölünmesine alkış tutar, o ülkelerin hainlerini, eşkıyalarını, teröristlerini mecliste ağırlarsanız, yarın sizin de bölünmeniz kaçınılmaz olur. Ülkenizin bölünmesi bir yana, akıbetiniz, Saddam’dan, Esad’dan ve Kaddafi’den daha beter olur.

İnsan olmaya, insan kalmaya çalışırsınız, güçlünün değil haklının, zalimin değil mazlumun yanında yer alırsınız, yüz çevirirler senden, kınarlar, bıyık altından gülerler, alaycı tavırlarla yukarıdan bakarlar, arkadan konuşurlar… Bunları duymamak için insanüstü çabalar harcarsınız. Buna rağmen duyarsınız; ama her zaman kendinizi avutacak bir bahane bulursunuz...

 En büyük tesellimiz; kendimizi Hz. İbrahim’in ateşine su taşıyan serçenin yerine koymak olur.

“Kişiliklerini para, makam, şöhret gibi şeylerle kazandıklarını sananlar, bunları kaybettiklerinde KİŞİLİKSİZ kalırlar” gerçeğinden hareketle her türlü, makam, para ve unvan elin tersiyle itilmelidir.

İbrahim’i ateşe atan iktidar sahibi güçlerin, güce tapan yalaka ve dalkavukların, hukuk ve adaleti sırf kendi çarklarını döndürmenin teminatı sayanların, yazılı ve görsel basını gerçeklerin üstünü örterek kendi çıkarları için kullananların hep karşısında olduk ve hep olacağız...

Mısırlı kardeşim, şanlı direnişin kutlu olsun!

 Bugün bu kadar büyük cinayetler işlenirken seyirci kalmak da o cinayetleri işlemek gibidir. Ne diyor Hz. Peygamber? “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan gibidir.” Vay o Müslümanın haline ki, o, kardeşinin üzerine bombalar yağarken susuyor, kardeşini suçluyor, bu zulmü yapanları alkışlıyor ve o zalimlere karşı, -imanın en alt derecesi olan- kalben kin dahi besleyemiyor.

 Sakın yılma Mısırlı kardeşim, bükülecek bileği cuntanın, yıkılacaklar, devrilip, geberip gidecekler, yeter ki direncini, ümidini kırma,.

 Masum ve mazlum Mısırlı kardeşim, İslam âlemi nasıl bir tezgâhın içerisinde, farkındasın. Bu oyunu sen bozacak ümmetin diğer coğrafyalarına örnek olacaksın. Ruhlarını batı emperyalizmine satan İslam dünyasının cüce yöneticilerinin söylem ve eylemlerini ciddiye alma sakın. O ülkelerin halkları sizinle birlikte, asil ve soylu direnişinizin yanındadır.

“Zulmedenler yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp, devrileceklerini bileceklerdir." Ayeti, umut ışığı olup yanmaktadır önümüze.

 Tam bu noktada Kur’an bizi yine uyarmaktadır: "Yoksa siz, sizden önce yaşamış kavimlerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokundu ve öylesine sarsıldılar ki, Rasul ve beraberindeki mü’minler ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ dediler! Dikkat edin, Allah’ın yardımı yakındır!"

 Sabredin, az kaldı cuntanın devrilmesine. Allah’ın yardımı yakındır…

Ümmetin birliği, dirliği, kurtuluşu için dualar dökülüyor dilimden ve ardından da “Zalimler için yaşasın cehennem” sözü…

Sonunda zalim cunta yapacağını yaptı ve meydanı dolduranların üzerine ölüm yağdırdı. Bu kanlı saldırıyı yapan cuntacıları bütün nefretimizle lanetliyoruz. Bu kara darbe, bu kanlı oyun Mısır halkına ve Mısır’ın geleceğine yapılmış büyük bir ihanettir. Tarih ve gelecek, bu ihaneti asla affetmeyecektir.

“Ey Zalimler, yenileceksiniz ve cehenneme sürüleceksiniz”

Kendi vatandaşına kurşun sıkanlar, demokratik yolla alamadıklarını, tankla-silahla almaya çalışanlar, er ya da geç bunun hesabını verecektir. Hesapları hem bu dünya da hem de ahirette çok çetin olacaktır. Cuntacılar akıttıkları masumların kanlarında boğulacaklardır. Süngü ile iktidara gelinebilir ama süngünün üzerinde oturulmaz.

 Darbeciler ve onların yerli işbirlikçileri, sadece Mısır’ı değil bütün İslam coğrafyasını hedef alan sinsi, kirli ve kanlı bir oyunun figüranlarıdırlar. Karanlık güçler, cuntacılar eliyle Mısır’ı kanlı bir iç savaşa sürüklemeye çalışmaktalar.

 Daha önce Afganistan’da, Libya’da, Irak’ta, Suriye’de oynanan kanlı oyun şimdi Mısır’da sahnelenmekte. Bu oyun, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçasıdır. Bu oyun İslam ülkelerini bölüp parçalamak isteyen ırkçı emperyalizmin oyunudur.

 Artık bu oyun görülmeli, bu fitneye karşı halklar uyarılmalı, bir ve beraber olunmalıdır.

 Ortadoğu’daki Müslüman ülkeler adım adım parçalanıyor. Bunun için her türlü mezhep farklılığı kışkırtılıyor, etnik farklılıklar tahrik ediliyor. İşbirlikçiler eliyle, coğrafyamız hızla büyük bir savaşın içine itiliyor.

 Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Daha önce olduğu gibi kazanan Firavunlar değil Musalar, er ya da geç mısır halkı ve Müslümanlar olacaktır.

 Direnişin kutlu olsun. Yetim kalmış, masum ve mazlum coğrafyalardan sana selam olsun. Ümmet senin derdinle dertleniyor, yürek yangınını içinde hissediyor, o ateş çemberinden biran önce kurtulman için dua ediyor… Selam sana Mısırlım, selam sana Suriyelim, Filistinlim, Iraklım… Selam size ümmetin yetim, garip evlatları…

Şanlı direnişin kutlu olsun, dayan az kaldı. Bu uyanış, bu şahlanış ümmete örnek olsun. Allah’ın yardımı yakındır.

Hülasa, bir serçe, bir karınca bile saflarını belirlemek için koşuştururken, varlıkların en şereflisi, en güzeli olan insanın, Araf’ta kalması, bu zulme kulak tıkaması, zalimlerin yanında yer alması, mazlumlara sırt dönmesi çokta insanî olmasa gerek.

Vakit, halklar arasına fitne tohumu eken, ülkeleri işgal eden, sömürü çarklarını işleten emperyalist güruha karşı koyma vaktidir, ülkemizden kovma vaktidir; sömürü çarkına çomak sokma vaktidir. Mazlumlarla beraber olma vaktidir. Safları belirleme vaktidir. İbrahim için hazırlanan ateşe su taşıma vaktidir. Odun hamallarına gerçeği haykırma vaktidir… Firavunları denize dökme vaktidir…

“Sizi gidi cuntacılar sizi…”

Son Haberler

Hits: [srs_total_pageViews] Visitors: [srs_total_visitors]
Copyright © GUNDEM.be
Site içeriği ve dizaynın tüm hakları GÜNDEM.be websitesine aittir.
Kopyalamak ve izinsiz kullanmak kesinlikle yasaktır.