60'lı yıllarda başlayan ve dalga dalga tüm Batı Avrupa'yı sarmalayan ve 90'lı yılların başına kadar yaklaşık 30 yıl süren genel mutluluk manzarası yerle bir oldu !
Aynı 20 yıl önce, 1989 da yıkılan Berlin Duvarı gibi…
Günümüzde ise mutluluk peşinde koşmaktan bitap düşmüş Avrupalı mutsuzluk içinde çırpınıyor.
Filmlerde, kitaplarda, iktisatçıların araştırmalarında, her yerde, her an, ondan bahsediliyor…
Anvers yakınlarında bir okulun birinci sınıfında "mutluluk bilimleri" dersi verilmeye başlandı !
***
"Mutlu olmak" bu asrın başında birincil öncelik olarak entegre oldu yaşam felsefelerine.
Avrobarometre'ye göre, 2009 ilkbaharında yaşamlarından mutlu olduklarını ifade eden Belçikalı oranı % 91 idi.
Ve bu oranla, İskandinav ülkeleri ve Lüksemburg'un ardından Avrupa altıncısıydılar.
Ekonomik krize, Fortis'in satışına ve tüm olumsuzluklara rağmen 10 üzerinden 6,9 puan veriyorlardı yaşam standartlarına…
Ankete katılan % 15 kadarı ise, yani mutlu azınlık, 10 üzerinden 9 veriyordu.
***
Mutluluk arayışı bütün kültürlerde mevcut evrensel bir içgüdü…
Nerede insan varsa, orada mutlaka mutluluk arayışı da vardır.
Mutluluk kavramı ABD'de Anayasa'ya bile yazılmış.
Ve işte yine aynı ABD'de pozitif psikoloji rüzgârları esmeye başladı.
Bu akım Avrupa'da da yankı bulmaya başladı.
90'lı yılların başlarında Atlantik ötesinde başlayan araştırmalara göre birey beyin yapısına etki edebilir, mutluluk derecesini ayarlayabilir, bu amaçla değişik teknikler (meditasyon, spor…) kullanabilir, ve nesneleri algılama şeklini değiştirebilir.
Ve bunları geçmişe takılı kalmadan ve gelecekten korkmadan yapabilir…
İşte bu pozitif psikoloji kurallarına göre kişilerin mutluluğunun % 50 si genetik belirleyicilere, % 10 u yaşam çevresine (sağlık, para, konut, istihdam,…) ve % 40 ı ise iradesel etkinliklere, yeni fazilet dairesine dahil olmaya, bağlıymış…
Yani onlara göre mutluluk mutluğu getirir ve mutluluk bulaşıcıdır gibi bir durum sözkonusu olan !
Önemli olan derin olmasa da pozitif heyecanlar yaşamakmış.
Yani arada bir derin heyecan değil, hafif de olsalar sık sık yaşanan küçük, küçücük, önemsiz gibi algılanan heyecanları çoğaltmak ; iyimserlik havuzunda serinlemek gerekliymiş…
***
Peki mutluluğun formülü var mıdır ?
Diğer bir deyişle insanı mutlu kılan nedir ?
Belli bir ekonomik kalkınma düzeyinden sonra kesinlikle para değil !
Yani kısaca "Parasızlık mutsuz kılabilir, fakat çok parası olanlar çok mutlu olur" diye bir kural yoktur.
Ve parası çok olanlar genellikle hayatın küçük zevklerinden yararlanamıyorlar…
Tatmin edilen bir arzunun yerini hemen başka bir arzu alıyor ve mutlu olduklarını hissetmeye zaman bulamıyorlar.
Mutluluğa etki eden diğer göstergeler arasında sosyal çevre, inançlar – inançlı insanlar daha mutlu oluyormuş – eşli veya aileli olmak ve sağlık durumu sıralanıyor.
***
Avrupalı kolay kolay mutluyum demez ve mutlu olsa da göstermez.
"Mutlu aptal" deyimi daha çok Avrupa'da kullanılır.
Mutluluğun kişinin kendi iradesine bağlı olduğu iddiasını liberal ideolojinin desteklediğini söylemeye gerek yok sanırım.
Liberalizm, yani özgürlükçülük bireysel atılım ve girişimleri kamçılar.
Başarırsanız ne alâ…
Halbuki başarısızlığın maliyeti çok ağır olabilir ve altında kalabilirsiniz…
Yaşamak, yakışıklı veya güzel kalmak ve olabildiğince uzun zaman sağlıklı kalmak kim istemez ?
Peki herkesin estetik cerrahiye veya doping ilaçlarına yetecek parası var mı ?
Şimdi "istersen başarırsın" modası yaşanıyor her alanda…
Koskoca bir yalan…
Zira dünyaya gelen hiç kimse ailesini ve genetik yapısını seçmiyor ; kendinde buluyor.
Yarış eşitler arasında aynı kurallara bağlı olarak yapılırsa anlamlıdır !
Gerçekte ise, hiç kimse mükemmel değildir, olamaz, zira mükemmellik Allah'a mahsustur.
***
Yeni bir akım belirginleşmeye başladı bile…
Belki de Avusturyalı İvan İllitch'in "Küçük Güzeldir/Small is beautiful" başlıklı kitabı ile başlamıştı 1973 yılında.
Çevrecilerin siyasi mücadelesinin katkıları da inkar edilemez şüphesiz.
Günümüzde eski elektronik eşyalar çöpe atılıp en yeni modellerin üzerine atlanmıyor.
Başta enerji konusunda olmak üzere, tasarruf önlemleri alınıyor…
Küçük mutluluklar kovalanıyor, keyif veren mekanlarda kahve içiliyor, sıcak banyolar yapılıyor, takas dükkanlarına gidiliyor, karşılıklı kıyaklar yapılıyor, balkonda maydanoz yetiştiriliyor ve yemek hazırlama derslerine gidiliyor…
Sakin bir eda ile, stresten kaçarak, molalar vererek ; hayatın tadına vararak…
Doğala, gerçeğe, öze dönüş başladı !
Örneğin ben dün plakamı teslim ettim, araba kullanmamaya karar verdim.
Hem sağlığım, hem de sağlayacağım maddi tasarruf için.
Türkiye'deki çocukluğuma geri döndüm bir anlamda…
Şimdi basit yaşama ve ihtiyacın kadar tüketme dönemi.
Bu dönüşüm dünden bugüne, hemen olacak, gerçekleşecek bir fenomen değil elbette !
Ama başladığını ben hissediyorum, görüyorum ve yaşıyorum.
2009 da tüketim ve satınalım alışkanlıklarını değiştirenlerin oranı % 20.
Hiç yabana atılacak bir rakam değil.
***
Fransız yazar Jules Renard (1864-1910) "Mutluluğun evi inşa edilse, en büyük odası bekleme salonu olurdu" diyerek uyarıyor sabırsızları.
Bence son derece haklı olarak.
Yine başka bir Fransız olan şair Jacques Prévert (1900-1977) ise "Mutluluğumu giderken yaptığı gürültüden tanıdım" dediği harikulade cümlesinde sahip oldukları mutluluğun farkında olmayan aymazları ne güzel dile getirmiş…
Benim şahsi kanaatim odur ki mutluluğa giden yol şükretmekten geçer…
Yakup Yurt ©
Brüksel, 02 Ocak 2010