Çok uzun bir zamandır hemen hemen herkes "Kürt sorunu" denilen sorunun çözümü konusunda kendince fikir yürütüyor.
Kimileri, ki bu kimileri çoğunlukta, "açılım"lardan bahsederek çözümü, atılmasını istedikleri demokratik adımlara bağlıyor. Bazı demokratik adımlar atılırsa "çözüm gelir"i savunuyor. Örneğin, Öcalan'ın öncelikle şart koştuğu, yeni bir Anayasa ile "Kürtçe anadilde eğitim" sağlanır, "Hakikatleri Araştırma Komisyonu" kurulur ise çözüm için dev adımlar atılır deniyor.
Bu kimileri, Öcalan'ın, çözüm konusunda olmazsa olmaz dediği "Demokratik Özerklik" adını verdiği kapsamlı talepleri içeren bu projeyi es geçiyorlar her nedense! Oysa bu proje, tamamen federatif bir yapıyı öngörüyor.
Öncelikle bir çözümden bahsedilecekse, ki yoğun bir şekilde bahsediliyor, tarafların, Devlet olsun, Hükümet olsun, Apo olsun, PKK olsun, asgari bir müşterekte buluşmaları gerekir. Bir taraf talep dayatırken, diğer taraf buna razı olmaz, kabul etmezse çözüm olmaz. Çözüm için şart koşmak, diğer tarafın ödün vermesine bağlıdır. Şart koşmak var ise, ki var, buna karşılık ödün yok ise çözüm söz konusu dahi olamaz.
Her neyse, şimdi diyelim ki; demokratik adı verilen adımlar atıldı, yeni bir anayasa ile Kürtçe anadilde eğitim sağlandı, "Hakikatleri Araştırma Komisyonu" kuruldu. Belediye'lerin eli güçlendirildi, yerinden yönetimin önü açıldı, bayraklar dikildi, coğrafyanın adı değiştirildi. Alan razı veren razı oldu, sözüm ona çözüm geldi, huzur bulundu, adeta mutluluktan havalara uçuldu.
Unutmayın ki Öcalan halâ hapiste, İmralı'da!
Öcalan; "Ben olmazsam Kürtler olmaz, ben varsam Kürtler var" diyen biri.
Öcalan; "Kürt sorununun tek muhatabı benim" diyen biri.
Öcalan, kendisinden bağımsız herhangi bir sözü, düşünceyi, görüşü dile getiren BDP'li milletvekillerine, belediye başkanlarına fırça atan, "Haddinizi bilin" diye uyaran biri.
Öcalan, silahlı kadrolarına kızdığında "Ne olacak, Kürt kafalı değil misiniz!" diye hakaret eden biri.
Öcalan, kendini Kürtlerin hâşâ "Peygamber"i olarak gören biri.
Şimdi düşünün ki bu Öcalan, bu psikolojideki Öcalan, sorunların çözüldüğü, herkesin son derece mutlu ve huzurlu olduğu bir ortamda halâ hapiste, özgürlüğü kısıtlı ve mutsuz. Yani, çözüm nedeniyle herkes mutlu, herkesin mutlu olmasının güya yolunu açan (!) Öcalan, mutsuz ve tutsak.
Üstelik, artık Öcalan'a ihtiyaç ta yok, kalmamış. O'na gidip gelen de yok, O'nu soran da, yazıp çizen de. Gündemden tamamen düşmüş, göz ve gönüllerden ırak biri artık Öcalan.
Böylesi bir ortamı yaşamak/yaşatmak ister mi sizce Öcalan!
Sizce, böylesi bir Öcalan'ın, kendisini onların tek sahibiymiş gibi gören bir Öcalan'ın, daha düne kadar bir talimatı üzerine kan döktürdüğü, sokaklara döktüğü, zaman zaman onlara hakaretler ettiği, aşağıladığı bu insanlar için "yeter ki Kürtler bundan sonra mutlu ve huzurlu yaşasınlar" diyerek kendi kabuğuna çekilmesi, bir anlamda kaderine razı olarak ölümü beklemesi düşünülebilir mi!
Her avukat görüşmesinde, öncelikli olarak kendi sağlığını ve özgürlüğünü özellikle ve üstüne basa basa dile getiren, "her şeyden önce benim koşullarım düzeltilmeli, önüm açılmalı ki sorunu çözebileyim" diyen Öcalan, hapiste olduğu sürece sorunun gerçekten çözülmesini isteyebilir, düşünebilir mi, buna razı olur, fedakârlık gösterebilir mi?
Bırakın böylesi bir Öcalan'ı, Öcalan mantığını, Öcalan ruh halini, karakterini, biraz zorlayın bakalım kendinizi, biraz empati yapın ve bir anlık O'nun yerine koyun kendinizi. Siz olsaydınız, dizginler elinizdeyken, kendinizi "yok olup gitme" adına bir anlamda feda eder, bu fedakârlığı gösterir miydiniz?
Gerçekten zor değil mi?
Söz konusu olan hele Öcalan ise, artık gerisini bir zahmet siz düşünün…
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com