DTP'li kadınların oluşturduğu ve genellikle İstanbul'da eylemler gerçekleştiren "Barış Anneleri İnisiyatifi" adı verilen oluşumu, bir dönem, sanıyorum 2003 yılı içerisinde, her Cumartesi günü Galatasaray Lisesi önünde yapılan eylemlerden biliyoruz. "Cumartesi Anneleri" olarak da adlandırılan DTP'li kadınlar, Apo'nun Kenya'da yakalanması ile faaliyetlerini tamamen Apo'ya endekslemiş ve tüm eylemlerinde "Başkan Apo'ya özgürlük" sloganını ağızlarından hiç düşürmemişlerdi.
Derken, "Barış Anneleri İnisiyatifi" tarafından, "8 Mart Dünya Kadınlar Günü" ve "11 Mayıs Anneler Günü" ile ilgili olarak yurdun çeşitli illerinde yapılan, DTP'li milletvekillerinin katıldıkları ve Öcalan için "Kürt halk önderi" ve "Sayın Öcalan" gibi ifadelerin kullanıldığı etkinliklerde ise bu sefer, çok muhtemeldir ki yine Apo'nun talimatı üzerine, "Çocuklarınızı askere göndermeyin" çağrısı yapılarak, bir anlamda kampanya başlatılmış. Çağrı metninde de özetle; "Bölgemizdeki savaş nedeniyle yüreğimiz yanıyor. Dağlarımız bombalanıyor, bombalar çocuklarımızın üzerine yağdırılıyor(!) Çocuklarımızın cenazesi ne zaman gelecek korkusuyla yaşıyoruz. Anneler gününü, büyük fedakârlıkla büyüttüğümüz çocuklarımız (!) ile birlikte kutlamak isterdik. Ancak, bu kirli savaş (!) buna engel. Operasyonlar devam ettiği sürece çocuklarımızı askere göndermeyeceğiz. Bütün annelere, Türk annelerine de sesleniyoruz. Çocuklarınızı ölüme göndermeyin" denilmiş.
Bilindiği gibi, son birkaç ay içerisinde TSK ile PKK arasında yaşanan çatışmalarda, sayıları az da olsa Kürt kökenli askerler şehit olmuş veya onlara göre hayatlarını yitirmiş, aileleri tarafından düzenlenen cenaze törenlerinin bazılarına -ki bu bazı ailelerin DTP'li oldukları basına yansımıştı- DTP'liler tarafından ziyaretlerde bulunularak cenazeler sahiplenilmeye çalışılmış ve "Çocuklarınızı askere gönderdiniz ve cenazelerini aldınız. Onların ölümünden Devlet sorumludur" denilerek, propagandalar yapılmıştı.
Bülent Ersoy'un bir televizyon programında yaptığı "Mümkün değil ama, bir oğlum olsa, bu şartlarda O'nu askere göndermek istemezdim" şeklindeki açıklaması, zamanlama açısından işin tuzu biberi olmuş, bunu fırsat bilen örgüt ve yandaş medya, Bülent Ersoy'a sonuna kadar destek verdiklerine dair açıklamalarını, hiç zaman kaybetmeden dillendirerek konuyu gündemde tutmaya özenle gayret sarf etmişti. Oysa, Bülent Ersoy'un, bugüne kadar, Türkiye, vatan, millet ve ülke sevgisi, Mehmetçik Vakfına yaptığı hatırı sayılır yardımlar, TSK, PKK ve terör konusunda basına yansıyan on'larca, yüz'lerce açıklaması varken ve herkes tarafından biliniyorken, ne hikmetse (!), tüm bu açıklamalar, işlerine geldiği gibi bilerek ve istenerek, sinsice göz ardı ediliyor, sarf edilen talihsiz denebilecek tek bir açıklama cımbız metoduyla çekilerek kullanılmaya çalışılıyordu.
Türk analarına yapılan "Oğlunuzu askere göndermeyin çağrısı" ise tam bir boşa kürek çekme girişimi. Çünkü, bu ülkede insanlar, çocuklarını, gurur duyarak ve davul-zurna eşliğinde askere yolcu ediyor, askerlik yapmayana kız vermiyor, hatta adam yerine dahi koymuyorlar. Babalar ve analar, şehit olan çocuklarının cenaze törenlerinde "Vatan sağ olsun" demekle kalmıyor, "Bir oğlum daha var, gerekirse ben de bu yaşımda askere gider, PKK ile savaşırım" diyebiliyorlar. Siz de kalkıp, böylesi bir toplumun analarına, böylesi komik bir çağrıyı yapabiliyor ve bu cesareti kendinizde bulabiliyorsunuz.
Ayrıca burada dikkat çekilmesi gereken çok önemli ve ince bir husus var. Bakın çağrıda "Oğlunuzu ölüme göndermeyin" deniyor. Yani, "Askere giden herkes ölümle karşı karşıya kalır" anlamına getirilerek, neredeyse askerlikle ölümü eşitleyen son derece "sinsi" bir mesaj verilmeye çalışılıyor. Oysa her dönem on bin'lerce genç insan gururla asker gidiyor ve onurla da geri dönüyorlar.
Tam da burada, bir parantez açarak dağdaki yaşam sürecini ele almak gerekiyor. Örgüte katılmak üzere dağa giden zavallı ve kandırılmış bir gencin dağdaki yaşam süresi, hiçbir çatışmaya katılmamış olsa dahi ve biraz da şansı varsa, azami 5 ila 7 yıl arasında. Yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen bu sonuca göre dağdaki bir terörist, sert doğa şartları, yakalanılan amansız hastalıklar ve gıda zehirlenmeleri gibi doğal koşullar nedeniyle ancak bu kadar bir süre yaşayabiliyor. Kendi aralarındaki husumetten kaynaklanan tartışmalar sonucu yaşanan silahlı çatışmalar ve örgüt içi infazlar gibi diğer birçok neden ise işin cabası. Dolayısıyla, askerlik ile ilgili propaganda amaçlı söylenen "Oğlunuzu ölüme göndermeyin" söyleminin, ne derece komik olduğu ve gerçekte ise örgüt için dillendirilmesi gerektiği ortaya çıkıyor.
Öte yandan, askere gidip maalesef şehit olan ana kuzusu bu gençler, kim tarafından öldürülüyor, hayatlarına son veriliyor, muhatap alınması gereken kim; PKK. Peki, bu durum son derece net ve açıkken, neden tek suçlu PKK ağızlara dahi alınmıyor da Devlet her zaman olduğu gibi sorumlu tutulmaya çalışılıyor(!).
"Dağda üzerlerine bombalar yağdırılıyor" dediğiniz çocuklarınız, dağa çiçek toplamaya mı gidiyorlar(!) Çiçek sevgisi dolu bu gençlere, "Göz-gez-arpacık" tekniği çiçek toplamaları için mi öğretiliyor(!)
Birlikte yaşamak istediğiniz ve "Büyük fedakârlıkla büyüttüğümüz" dediğiniz çocuklarınız neden dağlarda(!) Neden örgüte, dağlara gönderdiniz, neden gitmelerine izin verdiniz ve neden halâ sağ salim geri dönmelerini sağlamıyorsunuz(!)
"Askere göndermeyin" çağrınızın yerine, en başından "Dağa göndermeyin" çağrısı daha doğru olmaz mı? Bunu, gerçek bir adres olan tek muhatap PKK'ya uyarlayıp, "Çocuklarımızı almayın, geri gönderin, serbest bırakın" demeniz çok daha mantıklı değil mi?
Olan biten tüm bu yavuz hırsızlıklarla ilgili tek bir cümle söylemek gerekirse, sanırım, ancak ve ancak ve sadece "Pes doğrusu" denebilir.
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com