Bu güne kadar Öcalan tarafından azarlanmış, fırça atılmış, aşağılanmış, adam yerine konmamış olan ilk ve tek şahıs Osman Baydemir değil ki, belki de onlarcasından, yüzlercesinden sadece biri.
Ancak her nedense, görsel ve yazılı basının neredeyse tamamı, gündemini sadece bu konuya ayırmış durumda. Mikrofon ve kameralar vasıtasıyla, ilgili ilgisiz, bilgili bilgisiz, yetkili yetkisiz her türden şahsın ağızlarına kadar sokularak Baydemir-Öcalan konusunda dahiyane (!) fikirlerine danışılıyor, tartışma programları yapılıyor.
BDP; "Baydemir görevinin başındadır" dedi ya, basın "BDP, Baydemir'e sahip çıktı" başlıkları atıyor, hatta daha da ileri giderek, neredeyse BDP'nin Apo'ya karşı çıktığından bile bahsedebiliyor.
Peki, BDP bu durumda ne diyecekti! "Apo haklıdır, bizler kim oluyoruz ki, Baydemir istifa edecek" falan mı diyecekti size göre! Ne bekliyordunuz ki?
Buna rağmen BDP'nin dediği tek şey de şu üstelik "Sayın Öcalan, bizi, sizi, hepimizi eleştirebilir, demokratik hakkını, eleştirme hakkını kullanmıştır". Demediler ki; "Apo kızmış, sinirlenmiş ve fırça atmıştır. Ancak buna rağmen biz ona katılmıyoruz ve Baydemir görevinin başındadır, istifa etmeyecektir".
Diyemezler. Neden?
Çünkü bu konuda Apo tamamen haklıdır, hak sahibidir ve tam yetkilidir de ondan. Çünkü hiçbiri Apo'nun onayını almadan ne belediye başkanı, ne milletvekili, hatta köy muhtarı bile olamayacaklarını bilirler. Çünkü bulundukları mevkiler, elde ettikleri maddi-manevi kazançlar, şöhret, tanınmışlık, bunların tümü Apo sayesindedir, bilirler. Bu nedenle Apo ne derse odur ve dediği harfiyen yapılmalıdır onlara göre. Onun söyledikleri, anayasadan öte, tam bir Apoyasa'dır. Çünkü onlar Apo'ya "Kürt halk önderi" derler. Çünkü onlar kendileri için "halkın temsilcisiyiz" demelerine rağmen, her konuda Apo'yu tek "muhatap" olarak gösterirler. Bugüne kadar kendilerine ait en ufak bir fikirleri olmamıştır. Hasbelkader olanlar, Sakık gibi, Tuğluk gibi, son olarak Baydemir gibi fırça yer, kolay hazmederek kendilerine gelir, bilahare normale dönerler.
Sözü açılmışken hatırlayın, daha önce, ılımlı kanattan oldukları bilinen Aysel Tuğluk; "Şehit cenazelerine gitmek isterim ama tepki göreceğimden çekiniyorum" demiş, arkasından Sırrı Sakık; "Türk Milli Takımı'nın maçlarına gitmek, desteklemek isterim ama …" demiş, her ikisi de Öcalan'dan "Hadlerini bilsinler, öyle kafalarına göre demeçler vermesinler" babından fırçayı yiyip oturmuşlardı. "Gık" bile çıkmamıştı ne BDP'den, ne de kendilerinden.
"Bu sefer niye böyle oldu?" derseniz, "Bu sefer basın konunun üzerine gitti de mecbur ve çaresiz kaldılar da ondan" derim.
Evet, konu basın sayesinde kamuoyuna taşındı, zaten görevi de buydu ve yaptı. Ancak halâ, basının yaklaşım ve konuyu ele alış biçimini doğru bulmak pek mümkün değil. Çünkü bu olayda, yazılıp çizildiği gibi "Apo'ya karşı geliş" falan söz konusu asla değildi, olamazdı da. Hal bu ki, söz konusu olan, sorulması, sorgulanması, ele alınarak analiz edilmesi ve nihayet sonuç çıkarılması gereken husus "Kürt siyaseti olarak adlandırılan siyasetin, tamamen Apo'ya endekslenmiş, kilitlenmiş, bırakılmış olduğu" idi ve bu nedenle "Kürt sorunu" olarak adlandırılan sorunun gerçekte, özellikle Apo'nun yakalandığı 1999'dan buyana "Apo sorunu"ndan başka bir şey olmadığı idi, ancak maalesef yine ıskalandı.
Sabahattin Talu