İLHAN KARAÇAY YAZDI...
50 yılı aşkın bir zaman sürecinde, Sirkeci Garı´ından başlayıp Münih, Frankfurt, Köln, Amsterdam, Brüksel, Paris, Londra, Vıyana ve Zürih gibi çeşitli Avrupa kentlerinde devam etmekte olan Türkler´in göçmenlik serüveni, şimdi artık göçmenlik serüveni olarak değil, yerlilik serüveni olarak devam ediyor.
Hollandacada ´allochtoon´ ve ´autochtoon´ (Yabancı ve yerli) olarak anılan toplumlar, artık iç içe yaşayan (kısmen) farksız toplumlar olarak yaşamlarını sürdürüyorlar.
Kısmen´den kastımız şu:
Ben şahsen, Hollanda´ya gelen ve ´birinci nesil´ olarak damgalanan bir allochtoon´um.
Oğlum Ruşen, Hollandalı eşimden doğan ikinci nesil bir allochtoon´dur.
Ruşen’den olma torunum Eva, Hollanda´da doğan anne ve babadan olukları için allochtoon´luktan kurtulmuştur.
Buna karşın, yine Hollanda´da doğmuş olan kızım Vahide, Somali´de doğmuş bir allochtoon ile evli olduğu için, onlardan olma torunum Esra, allochtoon´luktan kurtulamamıştır.
Kafanızı karıştırdım değil mi?
Özetleyeyim: Biri dahi Hollanda dışında doğmuş çiftlerden olan çocuklar allochtoon´luktan kurtulamıyor. Tabiyetleri ne olursa olsun, ikisi de Hollanda´da doğmuşlardan olan çocuklar ise allochtoon´luktan kurtulup autochtoon oluyor.
Eskiden biz yabancıları ´gastarbeider, (misafir işçi) olarak anarlardı.
Bu deyim bıktırdığı için, daha sonra ´Buitenlander´ (dış ülkeli) denildi bize.
En sonunda da ´allochtoon´u buldular.
Bu deyim bizi daha çok bıktırdı.
Sabahları bu sevimsiz sözcük ile uyanıyoruz, akşamları da aynı sözcük ile yatağa giriyoruz.
Yani ille de ´damgalı´ olarak yaşıyoruz.
Şimdi bizim bu rahatsızlığımızı gidermeye çalışanlar bize ´Turkse Nederlander´ denmesini teklif ediyorlar.
Peki bize ille de damga vurmak mecburiyeti mi var ?
Neden sadece İlhan, Ahmet, Ayşe ve Fatma değiliz ?
Dilerim, biz değil ama torunlarımız bir gün bu sıkıcı damgalanmalardan kurtulacaklardır.
Önce gastarbeider, sonra buitenlander, ardından allochtoon olarak anılan bizler, tüm bu ayrımcılıklara rağmen, bizi kendi toplumları içinde kabullenmeyenlere karşı mükemmel bir mücadele veriyor ve toplum içinde yukarılara tırmanarak ileriye yürüyoruz.
Çok afedersiniz, buraya ´çarıklı´ olarak gelenlerimizden doğan çocuklarımız, kendilerine gösterdiğimiz ihtimam nedeniyle iyi eğitiliyorlar ve babaları gibi ´çöpçü´ değil, üst düzey yönetici oluyorlar.
İsimlerinin başında hangi damga olursa olsun, çocuklarımız bu türlü ayrımcılıklardan etkilenmiyorlar ve yükselmeye devam ediyorlar.
Gerek devlet kuruluşlarında ve gerekse özel kuruluşlarda önemli postlar kapmış binlerce çocuğumuz var.
Bunun dışında, Hollanda parlamentosuna girme başarısını gösteren 12 genç yetiştirdik.
İl Genel Meclisleri´ne toplam olarak 20 genç verdik.
Sıkı durun, Belediye Meclisleri´ne toplamda 500´ü aşkın üye verdik.
Avrupa parlamentosunda da üyelerimiz var.
Ya iş dünyasında?
İş dünyasında, Hollanda´da 20 bin, tüm Avrupa´da 100 bini aşkın işyeri sahibi Türk var.
100 bin işyerimizde, yüzbinlerce Avrupalı´ya patronluk yapıyoruz.
İşte, bu yazımın ana konusu da, bu post kapan ve işyeri sahibi olan çocuklarımızdır.
Avrupa’daki Türk toplumu, ne kadar horlanırsa horlansın, ne kadar suçlanırsa suçlansın ve ne kadar baltalanmak istenirse baltalansın. Onlar, yaşlanmakta olan ve yok olmalarından korkulan Avrupalılar’ın yerini alacaklardır.
Hiç unutmam, 10 yıl önce Rabobank’ın CEO’larından biri bana, ‘Hollanda yaşlanıyor. Çocuklar babalarının işlerini devralmak istemiyorlar. Kasap, manav dükkanları kapanıyor. Bu işyerlerini Türkler’e satalım. Biz kredi vermeye hazırız’ demişti.
Bu yöntemi bir süre işletmiştik. Ama daha sonra diğer bankalar da aynı yöntemi işlettiler.
Bu nedenle şimdi Türklerin çoğu esnaf oldular.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Varsın bizi Avrupa Birliği’ne resmen almasınlar. Ama biz Avrupa Birliği’nin gayrı resmi üyeleriyiz.
Toplumumuz güzel bir şekilde yeşeriyor.
Yakında büyük bir orman olacağız.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.