Bilindiği gibi geçen 25 Mayıs günü Belçika’da genel seçimler yapıldı.
Flaman bölgesinde Flaman milliyetçisi NV-A, Valon bölgesinde ise sosyal demokrat PS birinci partiler oldular.
Teamüllere göre başbakanlık ülkenin en büyük partisine (NV-A) düşerdi.
Fakat kuzeydeki Flamanlarda olsun, güneydeki Valonlarda olsun, merkezdeki başkent Brüksel’de olsun uzun zamandan beri siyasiler ve medya Berlin Duvarı’nın yıkıldığını, sol değerlerin anlamını yitirdiğini ve esen globalleşme rüzgârına kimsenin dayanamayacağını, bütün olumsuzluklardan ülkenin kaderine hükmeden «sol» düşünceyi savunan sosyal demokrat PS gibi, çevreci Ecolo gibi, merkezci-hümanist CDH gibi koalisyon ortağı partileri sorumlu tuttular.
Seçimler akabinde hükûmet kurma çalışmaları başladı.
Ve kurulan yeni hükûmet iki ay önce açıklandı.
***
Yeni hükûmette Başbakan eski Dışişleri Bakanı reformcu hareket (sosyal liberal) partinin ağır topu Louis Michel’in oğlu, Wavre Belediye Başkanı, genç, avukat Charles Michel idi.
MR büyük bir risk alarak NV-A hükûmeti liberal Open-Vld ve Flaman bölgesinin en eski ve köklü partisi hıristiyan demokrat CD&V ile birlikte koalisyon kurmuştu.
Böylece «sol» düşüncenin tamamı ülke genelinde muhalefete itilmiş oldu.
Sadece, yanılmıyorsam ikisi Arap kökenli dört Maocu milletvekili yüzde 5’lik barajı aşarak Brüksel Bölge Parlamentosu’na girmeyi başardılar.
Bence bunu, sosyal hoşnutsuzluğu ve grevleri akıllıca kullanarak ve teori ile pratiği birlştirerek başardılar.
***
22/12/2014 te haftalık Le Vif dergisinin haberine göre Başbakan özel ve kamu sektörleri yöneticilerine, serbest meslek sahiplerine, akademik, kültürel ve siyasal dünyanın önde gelenlerine açık Valonya Kulübü’de (Cercle de Wallonie) Namur’de verdiği bir konferansta şöyle konuşmuş :
«Ekonomik kalkınmayı amaçlayan bu hükûmeti, başkaları ile birlikte, kurmuş olmakla iftihar ediyorum. Programımız sağlam, ciddi ve sorumlu. İlk amacımız bütçe aığını gidermek, kişi başına 37.000 avro olan kamu borçlarını ödemek (GSMH’nın % 107 sine eşit). Borç ödeme servisi bankalara yılda on iki milyar avro ödüyor. Bu borcu tamamen kamuda tasarruf ile karşılıyor, bunun için ailelerden talepte bulunmuyoruz. Bu en yakın ticari komşularımızla rekâbet gücümüzü baltalıyor ve işsizliğe sebep oluyor.»
Dolayısıyla «yapısal reformlara devam etmeliyiz zira istihdam yaratmak bizim en iyi sosyal güvenliğimizdir. Bu hükûmet diğerlerinin 25 yılda yapmadıklarını yapmak zorunda. Mons bölgesinde – PS’li eski Başbakan İtalyan asıllı Elio Di Rupo’nun şehri – gençler arası işiszlik oranı asosyaldir.»
Hükûmet koalisyonunu oluşturan dört partiden hiçbirinin parti programında olmayan emeklilik yaşının yükseltilmesi (65 ten 67 ye) kararlarını savundu.
«Herkes için sağlam emekli maaşı ödemesi ve kaliteli sağlık hizmetlerin finanse edilebilmesi ancak – kuşaklarası – gerçek bir dayanışma ile mümkündür.
Sanki uzun yaşamak ve mutlu yaşamak eşanlamlıymiş gibi «her ay emekli olan 10.000 kişi ile gitgide uzayan ortalama yaşam süresinin Devlet bütçemizi sarstığı bir gerçektir. Emeklilik bütçesi son yendi yılda % 67 artarak 2006’da 25 milyar avrodan 2013’te 37 milyar avroya ulaşmıştır. Emeklilik sigortasının başladığı 1925 yılında da emeklilik yaşı 65 idi. Ama o zaman ortalama yaşam süresi 58 idi. Halbuki bugün 81. Ve emeklilik yaşı 2030 yılında 67’ye çıkmış olacak. O nedenle işverenleri ve sendikaları gerçekleştirilen bu reforma katkıda bulunmaya çağırıyorum.»
***
Buraya kadar bildiğiniz liberal mantık : Tek ilâh ve silah paradır, gerisi havadır. Globalleşme çıktığından beri, eski kavramlar hükümsüzdür.
Şimdi gelelim gözlemlere ve yorumlarıma.
1) Başbakan gülümseyerek ve heyecanla konuşma kürsüsüne geldi, cebinden konuşma metnini çıkardı ve kibar bir tebessümle konuşmaya başladı.
Hemen akabinde hazırlanmış olan aktivist bayanlar bağıra çağıra sloganlar attılar ve Başbakanın üstünü baştan aşağı frit tabir edilen patates kızartması ve mayoneze buladılar.
Olaydan sonra Başbakan aktivistlerden davacı olmadığını söyleyerek sempati kazanmaya çalıştı.
İnanan inanır, ama bana pek inandırıcı gelmedi…
2)Peki bu öfke taşmasının kaynağında ne var?
Kapitalist sistemin kazanılmış (müktesep) sosyal haklara bitmek bilmeyen saldırıları ve olumsuzluklardan sürekli olarak «solcuları» ve sendikaları sorumlu tutmaları…
İşçi sınıfını ve sendikaları küçümseyerek, onların önerilerine kulak asmamak ve bildiğini okumak…
Giderek artan hayat pahalılığı…
Dünyada salgın hastalığı gibi süren çılgın tüketim hastalığı…
İşçilerin ve göçmenlerin kendilerini «burjuva» alışkanlıklarına kaptırmaları…
İnançların sosyo-ekonomik ve siyasal amaçlarla kullanılır hale getirilmiş olması…
3)Sosyo-ekonomik sorunlar ve buna bağlı olarak işsizlik sorunu yaygınlaştıkça tüm devletlerde çare olarak güvenlik önlemlerinin artılrılmasına yönelik çabaların yaygınlaşması : Asker, polis, özel güvenlik, istihbarat, siber dolandırıcılık, teknik takip ile özgürlüklerin kısıtlanması ; bu arada da daha fazla özgürlük isteniyormuş gibi bir atmosfer yaratılması…
Duyduğuma göre Belçika polis teşkilatı hoşnutsuzluğunu belirtmek için bir hafta süre ile trafik suçlarına ceza kesmeme grevi başlatacakmış…
Bizim evde otomobil yok ama, yaya geçitlerinde yeşil yanmasına dikkat etmeliyiz hepimiz de!
İşlenen trafik suçları genelde alkollü araç kullanma, hız limitlerini aşma ve radara yakalanma, emniyet kemeri bağlamama ve direksiyonda cep telefonu ile konuşma veya makyaj yapma…
***
Evet gerçekten çok zor bir dönemden geçiyoruz!
En başta devlet (kamu) olmak üzere herkese para çok lazım…
Cezalar çok yüksek, ama cehalete ve işsiliğe çare değil…
Benim param çok olsa büyük çoğunluğunu eğitime yatırırdım.
Zira gelecek için en doğru ve kârlı yatırım eğitime yapılandır…
Batı dünyasını bizden hâlâ bir-iki adım önde gösteren de sanayi devrimine, matbaaya ve eğitime bizden önce başlamış olmalarından kaynaklanan aradır.
Batı’nın en büyük sıkıntısı ürettiklerini satamamak ve sanayisini ayakta tutan enerji kaynaklarının giderek tükenmesidir…
Ve kendi isteklerini itirazsız yerine getirecek yöneticilere ve yönetimlere destek vermektedirler!
***
Giren yılınız giden yılınızdan daha iyi olur inşallah…
Yakup YURT ©
Brüksel, 23-12-2014