Arslan Kılıç
TEORİ Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Küreselleşme saldırısının yarattığı bozulma
Türkiye solu 1990’larda, sosyalizmin temel ilke ve değerlerinden uzaklaşma anlamında, büyük bir ideolojik-siyasi savrulma ve aşınma yaşadı. Aslında bozulma 1980 sonrasında başlamıştı. 1990’larda hızlandı ve ciddi kırılma ve kopmalar yaşanmasına yol açacak boyutlara ulaştı.
12 Eylül yenilgisi, 12 Eylül rejiminin 1980’lerin sonuna kadar süren ağır baskı ve yasakları ve Batı emperyalizminin aynı yıllardaki bunların üstüne bindiren dünya çapındaki atağı, soldaki büyük ideolojik-siyasi savrulmayı yaratan etkenler oldu.
1917 Ekim Devrimi’nden 1975’e kadar olan yaklaşık 60 yıllık dönem boyunca dünya devrim dalgası küçük iniş çıkışlarla ilerleyen bir süreç içinde hep yükseldi. Dünya kapitalist-emperyalist sistem ise, geriledi. Emperyalist sistemin egemenlik alanları, milli ve sosyalist devrimler tarafından daraltıldı.
1975–80 arasının kısa süren durgunluğundan sonra, 1980’lerin başında ise, dünya devrim dalgası iniş sürecine girdi. Dünya halklarının mücadelesi, en son Vietnam, Kamboçya ve Laos devrimlerinin başarı ulaşmasından (1975) sonra önce duraladı, sonra da gerilemeye başladı. Dünya devriminin gerilemesi, emperyalist sistemin 1920’lerde önü kesilen birinci büyük saldırısından sonraki ikinci büyük atağını başlattığı koşullarda gerçekleşti. Emperyalizmin yeni atağı, 1990’larda Sovyetler’in yıkılması ve Doğu Bloku’nun dağılması ile birlikte, zafer naraları içinde küresel bir saldırıya dönüştü.
Saldırı en başta, ideolojik cephede başladı. Devrimci düşünce ve akımlara, insanlığın devrimci dönüşümlerle ilerlemesi anlayışına ve devrimlerin insanlığa kazandırdığı değerlere yöneldi. İnsanların bilincinden ve vicdanından bütün devrimci değerleri ve idealleri silmeye çalıştı. Siyaset, bilim, kültür, sanat yaşamından, başta Bilimsel Sosyalizm olmak üzere, her türlü devrimci düşünce ve akımı, devrim düşüncesinin kendisini, devrimlerin insanlık tarihindeki derin izlerini adeta kazıma seferberliğine girişti.
Saldırı, hem kazıma ve silme olarak açıktan ve cepheden, hem de yozlaştırma ve bozma olarak “sol”, “sosyalizm” vb kılığında sol’un içinden yürütüldü.
Türkiye solu bu derin ve geniş çaplı ideolojik saldırıyı, başta değindiğimiz siyasi yenilgi ve baskı koşullarına ek olarak, 12 Eylül öncesinin ideolojik zaafları içinde yaşadı. Geçmişten gelen ideolojik zaaflar, siyasi baskı ve yenilgi psikolojisi ile birleşerek savrulmayı ve aşınmayı büyüten ve derinleştiren bir etki yaptı.
Emperyalizme karşı mücadele ve devrim perspektifinin yitirilmesi
İdeolojik ve siyasi bozulma ve savrulmanın yaşandığı en önemli alanlardan biri de, mazlum milletler içindeki milliyet, etnik köken ve dini inanış farklılıklar sorunlarına yaklaşım konusu oldu. Bu alandaki bozulma ve aşınmanın somut ve etkisi büyük çaplı olan örneğini de, PKK’ye yaklaşımdaki bozulma ve aşınma oluşturdu. Aslında yaşanan, Türkiye’deki her türlü etnik milliyetçiliklere, ulusal ve sınıfsal bağları parçalamanın, toplumu un ufak etmenin diğer biçimleri olan mezhep, tarikat, cemaat bölünmelerine yaklaşımdaki bozulma ve aşınmaydı.
Sol, 12 Eylül öncesinde, bütün ideolojik siyasi hatalarına rağmen, dünyanın ezilen kutbunda yer alan toplumlardaki milliyet, etnik ve dini temelli demokrasi sorunlarını devrim perspektifi içinde ele almayı terk etmemişti. Bu sorunların burjuva demokratik çerçevede diyebileceğimiz çözüm biçimleri ve seçenekleri sözkonusu olduğunda, bunları her somut durumda emperyalizme karşı mücadelenin ve devrimin başarısına göre değerlendirme tutumundan, buna tabi kılma ilkesinden ayrılmamıştı.
Bu tutum, 12 Eylül sonrasında bir süre daha sürdürüldü. 12 Eylül faşizminin baskı ve saldırılarına direnmenin ihtiyaçları ile PKK’nin o dönemde bulunduğu konum, bu tutumun o günlerde sürdürülebilmesini mümkün ve kolay kılan etkenler olmuştu. İşçi Parti Genel Başkanı Doğu Perinçek’in, ortaya çıktığı günden beri PKK’nin geçtiği evreleri inceleyen ve Teori’nin bu sayısında yayımlanan yazısındaki yerinde saptamada belirtildiği üzere, PKK o yıllarda, Suriye’nin denetiminde olarak dünya antiemperyalizm alanında bulunuyordu.
1990’larla birlikte hem emperyalizmin, Küreselleşeme programı çerçevesindeki ideolojik saldırıları yoğunlaştı, hem de ABD bütün gücüyle Ortadoğu’ya yüklenmeye ve yerleşmeye başladı. Bu ABD atağı, bölgedeki güç dengesini antiemperyalist ve devrimci güçler aleyhine çevirirken, PKK’nin bir yandan kuzey Irak üzerinden yavaş yavaş ABD’nin denetimine girmesine; diğer yandan da ABD himayesinde kendisine açılan alan ve dolaylı biçimlerde sunulan ABD, AB destekleri sayesinde büyüyüp güçlenmesine yol açtı.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması ise, sol’a ilişkin olarak hem ideolojik faturayı, hem de siyasi dengedeki aleyhte bozulmayı ağırlaştırdı.
Üst üste binen bu gelişmelerin sol’da açtığı yara ya da gedikler büyük oldu. Sol’un,12 Eylül yenilgisinin moral bozukluğunu üzerinden atamayan ve siyasi, örgütsel yıkımlarını tamir edemeyen geniş kesimleri, dünya çapındaki gericilik güçlerinin başlattığı bu yeni saldırılar karşısında darma dağın oldu. Bölünme, parçalanma, dağılma, güçsüzleşme, devrim ve iktidar perspektifinden uzaklaşma hastalıkları bu dönemin tipik olguları oldu. Dağılıp parçalanarak ve yenilgi dönemlerinde atağa geçen Torçkizm’in etkisine girerek, deyim yerindeyse, iktidarsızlık illetine yakalandı. Aynı dönemde, sol, perspektif ve güç olarak iktidarsızlaşırken, PKK’nin büyümesi ve büyütülmesi, sol’da, genel ideolojik siyasi bozulmaya ek olarak, bir de PKK’ye sarılma, iktidarsızlık, güçsüzlük ve başarısızlık açığını onunla giderme eğilimi yarattı.
Sol’un geniş kesimlerinde 1990’larda başlayan PKK kuyrukçuluğuna böyle gelindi.
Yukarıda belirttiğimiz ideolojik saldırılar sürerken, 1990’larda“insan hakları”cılık ve NGO hareketleri üzerinden açıkça; istihbarat örgütleri, uyuşturucu ticareti gibi mafyatik işler üzerinden gizlice yürütülen büyük siyasi ayartmalar, satın almalar, denetlemeler de devreye sokuldu. Aslında 1980’lerin mültecilik koşullarında Avrupa’da başlayan bu operasyonlar, 1990’larda çok geniş çapta ve doğrudan Türkiye’nin içinde de uygulamaya kondu. Sol, bir yandan da bu operasyonlarla, diğer yandan da ideolojik bombardımanlarla PKK’nin eklentisi haline getirildi. Etnik milliyetçi ve bölücü bir güce eklemlendi. Üstelik bu güç, etnik milliyetçilik ve bölücülük faaliyetlerini silahlı mücadele ile sürdürdüğü için emperyalist güçlerin denetimine girmeye hem potansiyel olarak açıktı, hem de bir yandan girmeye başlamıştı.
PKK kuyrukçuluğunun kötü örnekleri
Sol’un büyük bir bölümü 1990’lardan bu yana ikili bir çıkmazın içinde çırpınıp durmaktadır. Çıkmazlardan birincisi, yukarıda kısaca özetlediğimiz süreçler içinde 1990’larda neosolculuğun “sivil toplumcu” tarih ve demokrasi anlayışı üzerinden tarikatçılık, mezhepçilik, etnik milliyetçilik “demokrasisi” tuzağına yakalanmadır.
İkincisi ise, iktidarsızlaşma zaafını PKK’nin gücü ile kapatma eğilimidir. Neosolculuk, sol’un etkilediği kesimlerini bu gerici tarih ve demokrasi tezleri ve iktidarsızlaştırma ile PKK kuyrukçuluğuna sürükledi. PKK kuyrukçuluğu ise geriye dönüp bir yandan bu gerici tezleri besledi, diğer yandan da kuyrukçulukta daha çok kan kaybetmeye yol açtı.
Sonuçta,
—Emperyalizm kavramını unutmuş ve emperyalizme karşı mücadele görevinden kendini sıyırmış,
—Emekçi sınıfları etnik kökenine göre bölen,
—Kürt kökenli emekçileri örgütleme görevini PKK’ye havale eden,
—Kürt halkını PKK’nin “kapalı av alanı” olarak gören,
—Demokrasi sorununu emperyalizme ve ortaçağa karşı mücadele temelinden kopararak, ortaçağa(etnik milliyetçiliğe, mezhepçiliğe, tarikat ve cemaatçiliğe, ağalığa, NGO markalı emperyalizm faaliyetlerine vb) özgürlüğe dönüştürmüş bir “solculuk” türüne; emperyalizm solculuğuna varıldı.
Bu o kadar öyle ki, neosolculuk en sonunda işi, PKK ile birlikte, ABD emperyalizminin Küreselleşme programı ve BOP gereği olan eski SB coğrafyasını, Yugoslavya’yı, Irak’ı, Libya’yı, Suriye’yi, Türkiye’yi vb bölme faaliyetlerinin bu ülkelere “demokrasi ve özgürlük getirdiği”ni keşfetmeye kadar vardırdı. Şu tahliller PKK kuyrukçuluğunun şampiyonlarından EMEP’e ait: “ABD, Irak’ı işgal sürecinde Kürtleri Saddam zulmünden kurtaran ve onlara özgürlüklerini, kendi kaderlerini tayin hakkını tanıyan bir güç olarak davranmış, dolayısıyla Kuzey Irak’taki Kürdistan bölgesinde işgal sevinçle karşılanmıştır.”[1][1]
Bilindiği gibi EMEP Kürt sorunu ile ilgili her ağzını açtığında, aynı zamanda PKK’yi, işçisiyle köylüsüyle, kamu çalışanıyla, esnafıyla vb “Kürt halkının tek meşru temsilcisi” olarak ilan etmektedir. Bu konuda ÖDP, Halkevleri ve yayımladıkları dergilerle anılan küçük sol gruplar da EMEP ile aynı çizgidedir.
Bir zamanlar kamu çalışanlarının tek temsilcisi durumunda olan KESK, bu gruplar tarafından bu anlayışın sonucu olarak hurdaya çıkarılmıştır. Şimdi emekçiler içindeki bu bölücülük yine bu gruplar eliyle mühendis ve tabip odalarına, barolara ve değer meslek kuruluşlarına taşınmak istenmektedir.
Neosol grupların PKK kuyrukçuluğu, 2000’lerin başında “PKK neylerse güzel eyler!” noktasına vararak zirveye çıktı. Bunlar adeta PKK’nin devrim karşıtı eylemlerinin aklayıcısı oldular. PKK’nin CIA uzmanı ABD diplomatlarıyla al takke ver külah olmasının adını, “devrimci diplomasi” koydular. Bölücülüğü sosyalizm ve demokrasinin ölçütü haline getirdiler. Bu anlayışı hepsi adına ve çok açık sözlü bir tutumla, Demir Küçükaydın yaptı. Demir Küçükaydın, Troçkizm’in bölücülüğünü mantıki sonuçlarına kadar götürmede ve teorileştirmede en uç noktaya savrulmaktan çekinmeyen cesaretiyle, bu konuda hepsinin tercümanı durumundadır: “Bizim için ise ‘Türkiye’nin bölünmesi’ veya bölünmemesi diye bir sorun yok. Biz bir tek köyün bile bölünebileceği, hiç bir bürokratik ve askercil yani bulunmayan, iktidarın gerçekten halkın elinde bulunduğu bir Demokratik Cumhuriyet`i hedefliyoruz. Yani tabiri caiz ise, ‘Türkiye’yi yüzlerce parçaya bölünebilir yapmaya çalışıyoruz.” [2][2]
Demir Küçükaydın neosol’a “bölünmenin sosyalistliği” üzerine dersler verirken, İsmail Beşikçi de, “Kürtlerin de bir devleti olmalı, bu devlet isterse bok’tan bir devlet olsun”[3][3], “Dünyada Kürtlerin sadece iki dostu var, biri İsrail’dir, diğeri uzaktaki bir devlettir”[4][4] tezleri ile “devrimci” devlet ve diplomasi “teorileri” dersleri verdi.
Bu “klavuzların” öncülüğünde sola, Bilimsel sosyalizmin taa Marks tarafından ortaya konmuş ve o günden buyana bütün Sosyalizm teorisyenleri tarafından savunulmuş, daha da önemlisi bütün devrimlerin pratiği tarafından doğrulanmış “Sosyalizmin büyük ölçeklerde gerçekleşeceği”, sosyalistlerin büyük devletlerden yana olduğu vb ilkeleri unutturuldu.
Neosol’a göre, PKK’nin Şeyh Sait ve Saidi Nursi anma törenleri düzenlemesi, onu “Kürt özgürlük hareketi” olmaktan çıkarmamamaktadır. Çünkü neosol’un demokrasi ve özgürlük anlayışını artık emperyalizmin demokrasi ve özgürlük ölçütleri belirlemektedir. ABD ve AB emperyalizmi Küreselleşme sürecinde “demokrasi ve özgürlük”ün çerçevesini, “sivil topluma özgürlük” olarak belirledi ve ortaçağı hortlatmaya girişti. Neosol da bu sivil toplumcu demokrasi anlayışının kuyruğunda, “sivil” olmak kaydıyla, her gördüğü gerici kurum ve kuruluşa “demokrasi”, “özgürlük” madalyası takmaya başladı.
Arabanın atın önüne koşulması
Kürt milliyetçiliği bütün kanatlarıyla 1980 öncesinde de sömürge teorisi, bölünme gibi konularda bugünkü tezlere sahipti. Fakat o zaman, dünya çapında devrim yükseldiği ve ABD SB’ye karşı Ankara’daki Amerikancı hükümetler yönetimindeki bölünmemiş Türkiye’yi tercih ettiği için, Kürt milliyetçiliği demokratik haklar temelinde devrimci güçlerin yedeğine takılmıştı. Kürt sorununun demokratik haklar temelindeki çözümü konusu, devrime ve emperyalizme karşı mücadeleye tabi kılınmıştı.
1990’larda durum tersine döndü. Devrim ve emekçilerin davası, Kürt sorununun emperyalist planlar temelindeki “çözümü” gücünün ve siyasetlerinin kuyruğuna takıldı. Araba atın önüne bağlandı.
2010 referandumundan beri soldaki bu büyük bozulmada, tekrar atı arabanın önüne bağlamaya doğru bir dönüş yaşanmaya başladı. ÖDP, Halkevleri ve diğer sol gruplar içinde, PKK kuyrukçuluğundan kopma eğilimleri ortaya çıktı. TKP bu konuda daha önce sağlıklı bir yönelime girmişti.
Şimdi bu olumlu süreci hızlandırmanın, tekrar atı arabanın önüne koşmanın zamandır.
[1][1]EMEP’in 2009 yılında yayımladığı Milliyetçi Dalgaya Karşı Mücadele ve Kürt Sorunu başlıklı broşürden; bkz: http://www.emep.org/index.php?option=com_k2&view=item&id=204:milliyetçi-dalgaya-karşı-mücadele-ve-kürt-sorunu&Itemid=217 (Erişim: 6 Mayıs 2010)
[2][2] www.koxuz.org adlı sitesindeki “Kürt sorunu ve bölünme” üzerine yazıları (Erişim: 12 Temmuz 2009).
[3][3]Taraf, 8 Eylül 2009, “Neşe Düzel’le Pazartesi Söyleşileri”, http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/makale-ismail-besikci-kurtler-kurtlerle-yasasinlar.htm
[4][4] “Kürtlerin dostları kimlerdir?” yazısı, 1992.