Bundan yaklaşık dokuz yıl öncesinde, terör örgütü PKK'nın lideri Abdullah Öcalan, bulunduğu Suriye'deki son derece lüks konaklarında, kadın teröristler içerisinden eli yüzü düzgün olanlarını seçerek, kendi ifadesine göre onları "özgürleştiriyor", özgürleşmek istemeyenleri ise çatışmaların en yoğun olduğu tehlikeli bölgelere bilerek göndererek, tamamen özgürleşmeleri için onlara fırsat tanıyordu! Kalan boş vakitlerini değerlendiren Apo, dağdaki teröristlere, "vurun-kırın-yakın-yıkın-öldürün" tarzında sürekli sert talimatlar veriyor, hesap soruyordu. Kısaca denebilir ki; özgürleşmek istemeyeni, tamamen özgürleşsin diye çatışma ortamlarının tam içerisine gönderen Apo, talimatları doğrultusunda vurmayanı-kırmayanı, yakıp yıkmayanı ise geri çağırarak cezalandırıyor, bir nevi üstlendiği Şam Şeytanı rolünü, çok kilo aldığı belli olan meşhur yuvarlak göbeğini kaşıyarak son derece başarılı oynuyordu.
Alınan son derece insani talimatlar zaman zaman yerine getiriliyor, eylemlerde de artış görülüyordu, derken Türk ordusu tanklarını Suriye sınırına taşıyarak gövde gösterisi yapmak zorunda kalmıştı. Gövde gösterisinden etkilenen Öcalan, Suriye'deki saltanatından sıkılmış olmalı ki, bir çeşit gezi anlamında çeşitli ülke seyahatlerine başladı. Yunanistan ve İtalya'dan sonra Kenya'da fark edilmeyeceğini ve rahat bir tatil geçireceğini düşünen Apo, Kenya insanının "siyahi" bir ırk olduğunu, kendisinin ise "beyaz" ırktan geldiğini geç de olsa fark etmek zorunda kalmış ve burada sobelenmişti. Öcalan'ın Kenya sonrasındaki seyahati ise bu kez Türkiye'ye idi. Türkiye, tam bir tatil cennetiydi ve tatil beldesi olan "İmralı Adası"na gidiliyordu. Yolculuğu esnasındaki refakatçileri, yorgun gözleri biraz dinlensin diyerek Apo'nun gözlerine "dinlendirme bandı" takmışlardı. Son derece keyifli geçen uçak seyahatindeki sohbetlerde Öcalan, kendisine gösterilen nezakete karşılık, bir şeyler yapma ihtiyacını hissederek, heyecanla çeşitli tekliflerde bulunmaya başlamış, "Benim annem de Türk. Kendimi size yakın hissetmemin sebebi belki de bu olabilir. Bu yüzden size bazı iyilikler yapmak, hizmet etmek istiyorum. Gönlümden koptu, lütfen bunu kabul edin. Yapabileceğim, yerine getirebileceğim herhangi bir isteğiniz varsa, lütfen söyleyiniz" diyordu.
Uzun ve keyifli bir yolculuktan sonra Türkiye semaları göründü, alana iner inilmez kara yolculuğu ile İmralı Adası'na geçildi. İmralı'daki otel, tek kişilik bir rezervasyonla Apo için kapatılmış, yorgun düşen Apo ise, biraz dinlenmek için odasına istirahata çekilmişti. Burada geçen günler onu özletiyordu. Apo'nun kendisine göre biraz geniş bir çevresi vardı ve ziyaretler ufak ufak başlamıştı. Ziyaretçileri, yakın akrabaları ve genellikle bazı avukat memurlarından oluşuyordu. Kadere bakın, Şam'da başkalarını "özgürleştirmeye" çalışan Apo, bu kez İmralı'ya ziyarete gelen avukat memurları tarafından "özgürleştirilmeye" çalışılıyordu.
Apo'nun uçak seyahatindeki görüntüleri, nazik ve düşünceli talepleri ziyaretçilerini kıskandırmış olmalı ki, "aman başkan, bu tavırlarınız kitleleriniz tarafından yanlış anlaşılabilir, sizi biraz 'Kedi' gibi gördük, halbuki biz sizi biraz 'Kaplan' gibi görmeye alışmıştık. Siz bilirsiniz ama eski halinize dönseniz iyi olur. Çünkü sizi seven kitlenizin morali bozuluyor. Size feda olsunlar ama siz de biraz onlara moral verin" tarzında, bazen hadlerini aşarak, bazen biraz çekinerek ve biraz da korkarak bu yönlü uyarılarda bulundular. Baktılar ki korkacak bir şey yok, -çünkü Apo bu son seyahatinde oldukça yumuşamış, Şam Şeytanlığı'ndan Şam Babalığı'na dönüş yapmıştı- zaman zaman gerçekleştirdikleri ziyaretlerde bu konuyu sürekli işlediler.
Derken Apo, ziyaretçileri vasıtasıyla kendisine koşulsuz ve kayıtsız bağlı kitlesine moral vermek için; "Ben sizin babanızım, sizin her şeyinizim. Bensiz hiçbir şey olmaz, bensiz hiçbir şey yapamazsınız. Bu yüzden, beni merak etmeye, benim için yaşamaya, benim için çalışmaya devam edin, gerekirse feda bile olun. Ben özgür yaşarsam sizler yaşarsınız, aksi halde …" mesajları göndermeye başladı. Kitleler de bundan böyle sadece babaları Apo için eğlenceler düzenlemeye –ki bir sürü sıkıntı yaşar, açlıktan nefesleri kokarken- başladılar. Eğlencelerde; ona iyi bakın anlamında "Apo'nun sağlığı sağlığımızdır", tatili artık bitsin, onu özledik anlamında "Tecrit kaldırılsın", onunla sık sık konuşun, yalnız bırakmayın, sıkılır anlamında "Muhatap alın" ve onu serbest bırakın, kendi haline bırakın, fazla sıkıştırmayın anlamında "Apo'ya özgürlük" gibi türküler söyleyip, halaylar çektiler. Öyle ya Apo, Şam gibi bir saltanatı bırakıp, sırf kitlesinin mutluluğu ve huzuru için kısa süreli seyahatler yapmak zorunda kalmış, nihayet İmralı Adası'ndaki tek kişilik sıkıcı tatilini yaşamaya başlamıştı. Üstelik İmralı Oteli, "Her şey dahil-HD" statüsündeydi ve bu nedenle dışarı çıkıp "hava alma" ihtiyacı bile duymuyordu. Üstüne üstlük, çevresinde özgürleştireceği bayanlar da yoktu. Zor zanaattı ve buna katlanmak da gerçekten çok, hem de çok zordu. Hal böyleyken, kitleler de biraz olsun sadece O'nun için türküler söylemeli, O'nun için halaylar çekmeli, ateşler yakmalı ve hatta bu eğlencelerini maganda kurşunlarıyla süslemeliydiler.
Eğlenceler düzenlenmeye ve maganda kurşunlarıyla süslenmeye devam ederken, atılan kurşunlar bazen yaralanmalara sebebiyet veriyor, bazen de toplu ölümlerle sonuçlanabiliyordu. Bardağı taşıran bu eğlenceler, sonuçta çevre sakinlerinin tümünü rahatsız etmeye başlamıştı, protestolar yükseldi. Apo mektup gönderdikçe eğlenceler giderek artıyor, magandalar tarafından kurşunlar atılmaya devam ediyor, yakalanmamak için ise geldikleri komşu mahalleye kaçılarak kurtulunmaya çalışılıyordu.
Süreç bu şekilde ilerler, "figüranlar", son derece kaprisli "As solist" için kan ve ter dökerlerken, bu olup bitenlerin yanlış olduğunun farkında olan ve bunu duyurmaya çalışan birilerinin ortaya çıkarak biraz mızıkçılık ettikleri de görülüyordu. Yalnız, film oldukça uzun olmasına rağmen, ancak kısa metrajlı bir filmde rol alan oyuncular kadar sahne alabiliyor, kendilerini ifade etmeye çalışabiliyorlardı. Çünkü, bazıları için "As solist" her şey demekti, kimse O'nun eline su dahi dökemezdi. Kan dökülür, dökülmeye devam edilir, ancak su kesinlikle dökülemezdi. As solist, İmralı'da senaryosunu kendine göre yazıyor, tek kişilik bu oyunu kalabalık figüranlara oynatarak, gündemde kalmayı amaçlıyor, ratingini yüksek tutmaya çalışıyor, bunu kendi yaşamının garantisi, vaz geçilmezi ve sonuçta "tek çıkarı" olarak görüyordu.
Sabahattin Talu
Global Yorum İnternet Dergisi
stalu@globalyorum.com