Cumhuriyetin ilanından bu yana 83 yıl geçti.Cumhuriyet nedir? diye bir kamuoyu araştırması yapılsa; çıkacak sonucu ciddi şekilde merak ediyorum.Çünkü cumhuriyet'e yüklenen anlamlara bakıyorum da büyük çoğunluğu cumhuriyeti değil demokrasiyi tarif ediyor. Keza "Monarşi" de genellikle demokrasinin zıddı olarak anlamlandırılmakta ve algılanmakta.
Cumhuriyetin demokrasi,monarşinin de demokrasinin zıddı anlayışı, hem ampirik olarak yanlıştır, hemde toplumumuzun önemli bir kesiminin bu alanda derinliği olmayan kalıplaşmış (komprime) bir bilgiye sahip olduğunu göstermektedir.
Komşumuz İran,eski SSCB,Saddam dönemi Irak'ın yönetim biçimi cumhuriyettir. Fakat bu devletlerin ne denli demokratik bir yapıya sahip olduklarını anlatmaya gerek yok sanırım.Hatta kötü bir örnek olarak Stalin SSCB'si, Nazi Almanyası gibi yirminci yüzyılda görülen en korkunç totaliter rejimler,cumhuriyetlerin içinden çıkmışlardır Buna karşın Hollanda, Belçika, Norveç, Japonya, İsveç, Danimarka, Birleşik Krallık (İngiltere), Kanada..gibi ülkeler birer cumhuriyet değil monarşidir. Buna rağmen bu ülkelerin çok uzun zamandan bu yana demokratik rejimleri kesintiye uğramadan devam etmektedir.
Birbirinin zıddı olan iki kavram Cumhuriyet ile Monarşi'dir.Çünkü tarihi veriler ele alınarak bir tanım/kıyaslama yapılırsa;Monarşi'de irsi (hanedan,babadan oğula..) bir intikal vardır.Cumhuriyet'te ise böyle bir intikal biçimi yoktur.
Keza cumhuriyet ile demokrasi arasında matematiksel bir bağ kurulması teorik olarakta,ampirik olarakta yanlıştır.Bir devletin Cumhuriyet olması onun demokratik olmasını gerektirmiyor.demokratik te olabilir,anti-demokratik te olabilir.Aynı şekilde monarşik bir düzen,anti-demokratik olabileceği gibi demokratik te olabiliyor.
Bir diğer yanlış algılamada;Cumhuriyet ile laiklik,monarşi ile teokrasi arasında doğrudan bir paralellik kurulmasıdır.İran bir cumhuriyettir ama dine dayalı bir devlettir. diğer yandan Belçika ve Hollanda monarşileri ise birer laik devlettir..
Bizde demokratik uygulama cumhuriyetten daha eskidir.1876 da ilan edilen 1.meşrutiyet ve 1908 de ilan edilen 2.meşrutiyet denemeleri.Monarşiden daha ileri bir rejim olan Cumhuriyet rejimine geçişte bu denemelerin zihni alt yapının oluşmasında rol aldığını/ufuk açtığını düşünüyorum.
Bu gün Türkiye'de herkes cumhuriyetçidir.Marjinal boyutta bile ciddiye alınabilecek Cumhuriyet karşıtı bir kesimin olduğuna inanmayanlardanım.
Peki neden kuşku duyuluyor? yada sorun nedir?
Sorun demokrasi/demokratikleşme sorunudur.
Dışarıdan bir kavramı taransfer edeceksiniz,içini boşaltacaksınız,sonrada kendinize göre doldurmaya kalkarsanız bu günkü sorunlar kaçınılmaz olur..
Biliyoruz ki cumhuriyet bir rejim,demokrasi ise rejimlerin niteliği/vasfı dır. demek ki demokratikleşme ile sistemin niteliğini dolayısıyla standardını yükseltebiliriz.
Oysa biz deyim yerindeyse tam bir mehteran demokrasi ile 21.yüzyıla girdik.Güya cumhuriyeti koruma adına,demokrasiyi askıya aldık/gerilettik,hukuk sistemimizi siyasallaştı iddialarının gölgesinden çıkaramadık.Çoğunluğun despotizmini önleme görüntüsü altında kendimize has bir kuvvetler ayrılığı oluşturduk.Kendimize has diyorum çünkü davul-tokmak dengesini tutturamadık.Bu gün Türkiye'deki erkler içerisinde yetkili olup sorumlu olmayan erkler var,dokunulamayan erkler var.Batı demorasilerinde devlet başkanı hükümet çekişmesi 17 ve 18.asırda hükümet lehine çözümlenmiştir.İngiltere'de bilinen en son imza krizi 1707 yılında yaşanmıştır.Biz ise 21.asırda bu çağı geçmiş (anakronik) sıkıntıyı yaşıyoruz.
Demokrasiyi içselleştiremedik,doğrusu içselleştirmek için yeterli zamanımızın olduğunu da söyleyemem.1961 anayasası (Atatürk döneminde yapılan 1921 ve 1924 anayasalarının aksine "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' prensibini kontrol mekanizmaları ile bölmesine rağmen) o günün şartlarında özgürlükler noktasında ileri bir anayasa sayılırdı.Demokrasi açısından öne doğru iki adım attık diyebiliriz.Ama reaksiyoner formu ve tepki gerekçeleriyle hazırlanan 1982 anayasası ile geriye doğru attığımız adımların hesabını yapan varmı? Bu anayasayı özgürlükçü bir anayasa haline getirmek için olağan dönemde hem toplum hemde Meclisimiz yorulmuştur. Halen yeni değişikliklere ihtiyacı olan bir anayasamız var.
Bütün bu yaşananlardan sonra demokrasi serüvenimize Siya Demokrasi desek daha uygun düşer.Oysa 1961 anayasası ıle özgürlükler alanında sağlanan kazanımların üzerine Viya Demokrasi demeliydik. Demedik/diyemedik,hep ödevleri olan bir toplum çizgisinde inat ettik. Oysa demokrasilerde haklar ödevlerden,birey ise vatandaştan önce gelir.Cumhuriyet monist / tek tipçi görüntüden arınıp demokrasinin çoğulculuğuna evrilmediği sürece dünya siyasetinin varoşundan merkezine taşınmak mümkün değildir.
Tartışmamız,sorgulamamız gerekenleri değil, manipüle edilen konuları tartışır göründük.Aslında tartışmadık,kavga ettirildik,kamplaşma tuzağına düştük/düşürüldük.
Ayrıca toplumun büyük bir kesimi henüz tebea bilincinden vatandaşlık bilincine geçemediği için de taraftar bulamadık.Çünkü çoğunluk duyarlı olmadığından en iyi ifadeyle "zararsız olsalar bile yarasız bir yığın" olarak durdu.Hatta tartışmaya çalışanlar, psikolojisi bozuk insanlar olarak yaftalandı.Demokratik cesaretin yerine, anti-demokratik esaret kabul görünce;halkı en mutsuz ülkeler arasında yer aldığımızın nedenlerini de araştıramadık, sorgulayamadık.
(OECD verilerine göre çalışabilir nüfus içinde öğrenim görme süremiz 3.7 yıldır. Yani ilkokul 4.sınıftan terk konumundayız.Bu oran Almanya'da 13.3 yıl,Avusturya ve İngiltere'de 12.5 yıl, Yunanistan'da bile 10.6 yıldır.Keza BM."İnsani gelişmişlik endeksi" verilerine göre okula gitme çağına göre okullaşma oranı: AB ortalaması %90 bizde ise %60.Son bir oranlama da, Doğumlarda meydana gelen çocuk ölümleri oranı..BM verilerine göre Almanya,Fransa , Litvanya,Polonya,Macaristan vb. gibi ülkelerde her 1000 çocukta 10 sayısını bulmazken bizde bu rakam 40'ı bulmakta. 9.1.2003 Vatan S.Batum)
Bu gün şikayet ettiğimiz müneccimvari niyet okuma, korku ve vehimlere dayalı reflekslerimizi de kalıtsal bulduğumu söylemeliyim.Çünkü devletin bekası için masum şehzadeleri boğmak,terk edemediğimiz bir gelenektir.Her dönem korkutacak bir öcü bulduk.(Soğuk savaş döneminde Nato üyesi bir ülke komünist olma tehlikesiyle korkutuldu, şimdi de AB ile müzakere sürecinde irtica ile korkutulma komedisini yaşamaktayız)
Sonuç olarak;halkına ve temsilcilerine güvenmeyip,devlet payını adeta sahiplenerek,deyim yerindeyse ayak işlerini halkın temsilcilerine bırakan yapılanmaya kim demokrasi diyebilir? Demokraside esas olan " temsil ve katılımdır" bu alanın daraltılması egemenliğin kullanılmasında Meclis payının belli mekanizmalarla azaltılması ve engellenmesi,sistemi "ideolojik ve politik" bir hegemonyaya döndürmektedir ki,bu da demokrasinin ne olmadığını gösteren tersinden bir tarif olsa gerek.