Türk Dünyası’na sınırsız bir aşk ile yaklaşan Azerbaycan Türklüğü’nün yiğit evladı Ebulfez Elçibey 22 Ağustos 2000 tarihinde her canlının tadacağı ölümü tadarak bu dünyadan göç etmiştir. O son yıllarımızın Türklük sevgisini ve Türkler’in birliğini haykıran ve bu yolda yılmadan mücadele eden bir liderdir. O kendisini hep Atatürk’ün askeri olarak tanıttığı gibi Dünya’da mazlum Türkler’in dertlerini hep kendi derdi gibi görmüştür.
Elçibey henüz okul yıllarında Sovyet İmparatorluğu’nun bir emperyalist güç olduğunu ve Türkler’in eşit haklara sahip olmadığını kabul eder ve Türklük fikirlerine ilgi duymaya başlar. Siyasi fikirleri dolayısıyla çeşitli soruşturmalar geçirir, tutuklanır ve hapise atılır. Suçu Türk olmak ve bunu gururla yaşamaktır. Tabi bu Türklük bilinci komünist yönetim tarafından korkuyla karşılanır ve gereken cezalar verilir.
1980’li yıllarda dağılmaya yüz tutan Sovyetler Birliği’nde elbette Türk soylular da hürriyet için mücadele vereceklerdi. Üniversitede hocalığı döneminde Azerbaycan Türk’ü arasında kendini ispatlamış olan Ebulfez Elçibey Halk Cephesi Başkanlığına seçilir ve Türklük ebedi Türk yurdu olan Azerbaycan’da tekrar güneşe kavuşurcasına heyecan ve mutluluk içinde ileriye umut ile bakmaya başlar. 1989 yılında Karabağ’ın Azerbaycan’dan koparılmak istenmesi Halk Cephesi’nin ülke genelinde eylemlere geçmesine sebep olur.
Ermeni ve Rus entrikaları sonrası Halk Cephesi’nden ayrılmalar olsa da Ebulfez Elçibey liderliğindeki Halk Cephesi dimdik ayakta kalmayı başarır. Şuşa ve Hocalı’da Ermeniler tarafından yapılan katliamlar Azerbaycan’da parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimine gidilmesine sebep verir. Eski rejim taraftarlarının ve belirli grupların oyunları tutmaz ve Ebulfez Elçibey 7 Haziran 1992 günü cumhurbaşkanı seçilir.
Haziran 1993’de iç karışıklıklar ve ayaklanmalar Azerbaycan’da kardeş kanı akmasına sebep olacağından Elçibey cumhurbaşkanlığı görevinden istifa eder ve doğum yeri olan Nahçivan’ın Keleki köyüne gider. Burada kalan Elçibey 1997 yılında tekrar Bakü’ye döner ve anamuhalefette yerini alır.
Hastalığı için 2000 yılında Türkiye’ye gelen Elçibey tedavi gördüğü hastanede 22 Ağustos günü vefat eder. Türkiye’de bulunduğu süre içinde Dr. Devlet Bahçeli’nin onu sıklıkla ziyaret etmesi ve tedavisi ile yakından ilgilenmesi gözden kaçmamaktadır. Türkiye’nin gelişmesini hep arzu eden ve gözünü hep Türkiye üzerine çeviren Elçibey nihayet bu topraklarda dünyaya veda eder. Hayatı boyunca Alparslan Türkeş’ten etkilendiğini ve ona hürmette hiç geri kalmadığını gizlemeyen Elçibey 3 Mayıs 1992 tarihinde Azadlık Meydanında Alparslan Türkeş ile 1 milyon kişiye hitap eder.
Tıpkı diğer Türk büyüklerinin hayatta oldukları zaman kıymetleri nasıl bilinmemiş ve fırsatlar değerlendirilmemişse, Elçibey’in kıymeti de bilinmemiş ve onunla yakalanan fırsatlar değerlendirilememiştir.
Kendisini Atatürk’ün askeri olarak tanıtan Elçibey bir KGB soruşturması sonrası şunları anlatır: “Çok işkence gördüm, çok çektirdiler hiç birisine yanmam da, bir Atatürk rozetim vardı yakamda onu aldılar ya elimden, hala içim yanar.” Atatürk ve Türkiye ayrı bir sevda idi onun için. Dava adamlığı sayesinde Türkiye’nin ona sırt çevirmesi, Ermeniler’in en azılı zamanında Türkiye’den yardım alamaması onu ne Türkiye’den ne de davasından geri çevirebilmiştir.
Türk Dünyası, Türklük, Turan gibi ülkü dolu sözler akla gelince elbette Ebulfez Elçibey gibi büyük dava ve fikir adamı akıllara gelmektedir. O ilham aldığı kaynaklara layık olmaya çalışmıştır ve de başarmıştır. Önemli olan, şu an hayat sürenlerin, onun ve onun gibilerin yolunda gitmeyi başarıp başaramayacaklarıdır. Elçibey Türklük için yanıp ve hiç bir zaman sönmeyecek olan bir ışıktır. Ardından şu sözleri söylemek herhalde yerinde olacaktır:
“Oğuz soylu,
Bozkurt ruhlu,
Azerbaycan’ın yiğit evladı,
Bey’im;
Sen bizi terk etsen bile, biz seni hiç unuturmuyuz!
Fani hayatta olmasa bile, gün olur Kutlu Otağ`da yine buluşuruz.
Rahat uyu Türk büyüğü Elçibey!”
Murat Gedik, 22 Ağustos 2013
E-posta: muratgedik@muratgedik.nl