Kendi varlığını koruyabilmek ve sürdürebilmek adına bencillik, aç gözlülük ve sahip olma ihtirası gibi sonradan edinilen kişilik özelliklerini destekleyen bu kişi ve sistemler karşısında, doğasına aykırılığı nedeniyle zorlanan insanın, kendisini yenilemesi, aşması için bir benlik kavgası sonunda yaptıkları hataların bilincine vardığını anlayarak modern insan olmak adına itildiği yalnızlığını, çaresizliğini yenememesi ve sonunda yalnızlığına başlattığı isyanın sonucunda da yanı başında kimseyi bulamaması, ancak sonuçta tüm hakim olduğu sistemin karmaşasında gelinen noktada, koca bir ülkenin yaşadığı ve daha da yaşayacağı siyasal tıkanma ve tamiri mümkün olmayacak felaketlerin yaşanması, işte bu ülkenin adı TÜRKİYE ve bu çaresizliği yaşatan da her şeye hakim olduğunu sanan AKP ve (RTE). Bunun başka bir açıklaması var mı?
Türkiye daha da zor şartların yaşandığı bir ülke haline geldi, kimse çıkıp da halka gelinen noktada yaşananları ve yaşanacak olası zorlukları, felaketleri açıklama yürekliliğini gösteremiyor. Eğitim değerleri olmayan bir halk kesimine bunları anlatmanıza gerek yok, onlar zaten din afyonuyla uyutulmuşlar, kuzuların sessizliği masalında olduğu gibi uyumaya devam ederler, yarın seçim geldiğinde sorduğunuzda nereye kime neden oy verdiğini bile açıklayamayan bir toplum olmak, işte şu anda sisteme hakim olanların yarattıkları toplum bu ülkenin geleceğine karar vermiş durumda.
9 yıldır AKP iktidarının bu ülkeye hediyesi (GÜDÜLMÜŞ TOPLUM OLMAK) gerçeği, işin aslı da burada yatıyor baktığımızda.
AYRICALIKLI ÜLKE OLMAK...
Türkiye bu değerlerin çok gerisinde kalıyor artık, Erdoğan ve AKP anlayışı bu değerlerin şu ana kadar ne kadar anlamlı olduğunu kavrayamadılar. Batı saygınlığını Hıristiyanların bir modeli olarak düşünmek, bilim ve çağdaş değerlerin yansımalarından çok, ÜMMET anlayışının yerleştirilmesinde ısrarcı olmak, kitaplardan Türk olma değerlerini silmek, Atatürk devrimlerinden ve onun resimlerinden rahatsızlık duymak, çağdaş eğitimden yana değil imam okullarının yaygınlaştırılmasına hız vermek, sanata ve sanatçıya karşı yapılan inanılmaz baskı ve duyarsızlık, sanata UCUBE adını koymak, tiyatroları kapatmaya kalkışmak… Bütün bunların yanında bu toplum hala sessiz ve korkuyor aslında, yazan, düşünen insan konuşamıyor, yazamıyor, siz bunun adına demokrasi diyebilir misiniz?
Türkiye`de gerçekten hangi demokrasi var? Çağdaş dolaysız sözde bir demokrasi mi, yoksa inançların sergilendiği, adına ileri demokrasi adını verdikleri anlayış mı? Duyguların inançlarla örtüldüğü iftar sofralarında bile siyaset nutukları atmak bana anlamsız geliyor. Başbakanın ağzından bal damlıyor adeta, kendisinden etkilendiğini gördüğü belli bir toplum kesiminden aldığı alkışlarla, daha da hırslanarak ve ardından öfkelenerek konuşması bile bana ürkütücü geliyor. Burada ben ülkemin Başbakanını eleştiremeyeceksem bunun adı demokrasi olur mu?
Ben çağdaş laik aydınlık dolaysız bir demokrasiden güç alırım, Türkiye`nin başka bir demokrasi masalıyla zaman kaybetmesine Atatürk sevdalısı olarak tahammül edemediğimi söylemek isterim. Başbakan bu ülkeyi nereye sürüklemek istiyor? Siyasetin uluslararası saygınlığından başka bir anlayışla sergilenmesi bu ülkeyi felakete götürecektir. Yüzlerce günahı olmayan insanın öldüğü bir savaş, adını hala koyamayan bir AKP iktidarı, şimdi nasıl hala konuşma cesaretini buluyorlar bunu anlamak mümkün değil. Ordunun savaşacak gücünün cesaretinin kalmadığı, psikolojik bir tıkanmanın ortasında kaldığı bir sırada hala konuşuyor olmak bunun adını koyamıyorum ben.
Uluslararası saygınlığını kaybeden bir Türkiye, ama sisteme hakim olanların hala “her şey güzel gidiyor, ülke çağ atladı, hedefimize adım adım ilerliyoruz” açıklamaları anlamsız nutuklar bana göre. Kendisine biat eden halk kesimine bunları anlatması kolay, ama bilim ve çağdaşlıktan yana düşünen bir topluma anlatması kolay olmayacak. AKP`nin sergilediği görüntü Türkiye`nin dünya ile bir arada olmasındaki ayrıcalığı asla yakalayamayacak, her eleştiriye bağırıp çağırmak, öfkelenmek kızmak, ``Bana biat edeceksin`` demek hiç bir demokrasi kültüründe yoktur. Kendi yansıttığı anlayışın dışında başka bir düşünceye asla tahammül edememek, toplumun bu gerçekleri duymasını istememek, bunun adına demokrasi demek mümkün mü? Ülkenin nasıl bir tıkanmanın ortasında kaldığını bu toplumun bilme hakkı yok mu?
Kendini sorgulayacak bir toplum yaratmanın tehlikelerini bilen bir AKP, şimdi sadece kendi sorguladığı bir toplum yaratmanın adına da İleri demokrasi adını vermiş. İnsanlar konuşamıyor, bilim adamları ve bilimsel kurumların yok edildiğini gördükçe biat etmeyip çaresiz kalıyor, düşünen, yazan yazarlar, gazeteciler hapsediliyor, sanatçılar, yazarlar eserleri UCUBE adıyla isimlendiriliyor hakaret görüyor. Sanata bilime değil, ama inançların kullanıldığı bir siyaset anlayışının içinde dinle bilim karşı karşıya getirilmek isteniyor, din her zaman bilimden nefret eder, oysa bunu onlar çok iyi bildikleri için, şimdi daha küçücük yaşlarda çocukların inanç kültürlerinin beyinlerine aşılanmasının telaşı içindeler. Açıkçası ben, Başbakanın her konuşmasında, hiddet ve öfke kızgınlık gösteren görüntüsünden ürküyor korkuyorum. Başbakan (RTE) beni korkutuyor.
CUMHURBAŞKANLIĞI...
Gül bunca zaman Çankaya’da kaldığı süre içinde asla tarafsız bir Cumhurbaşkanlığı yapmadı, gelen her kararı imzalayarak yolladı, özellikle Üniversitelere Rektör atamalarında tarafsız kalmadı, yüksek oy alan değil en az oy alanı atadı, iktidara yakın anlayıştaki kişilerin atanması demokratik bir karar mıydı?
Sürekli açılan Üniversitelere hoca bulmak mümkün değil, Türk üniversitelerinde verilen eğitim hala dünya sıralamasında Malezya`dan bile çok gerilerde kaldı. Gül bana göre hükümetin adeta noteri gibi davrandı, adil olamadı, tarafsız kalamadı. Şimdi Başbakan (RTE) ile sen ben savaşı başlattılar, ben şahsen ne Gül ne de Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmalarına karşıyım. Çağdaş laik aydınlık bir Türkiye gerçeğinin dışında bir anlayışa sürüklenen bir ülkede, bu düşüncenin iki ürünü olan her ikisinin de Cumhurbaşkanlığına karşıyım. Dileğim tarafsız tertemiz bir saygın kişinin Cumhurbaşkanı olarak atanmasından yanayım tıpkı Sayın Ahmet Necdet Sezer örneği gibi. Ama bunu ne Gül ne de Erdoğan asla kabul etmeyecekler, bunu da biliyorum, zira asıl maksat ortada, başka söze gerek var mı?
Hemen eklemek isterim Davutoğlu Başbakan’ın eşi ve kızının MYANMAR tatillerinin bir ŞHOW dan başka anlamı olmadığını söylemek isterim, kendi ülkesinde hala açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan binlerce insanın dramını yok sayıp, okyanusun bir ucundaki Bengal Körfezindeki bu küçük ülkeye gidip yardım yapma isteğinin altında başka çıkarların olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Türkiye her gün gelen şehitlerine ağlarken, sen kalk devletin koca uçağını al, ardından koca bir başka uçağa da erzak yardım malzemesi doldur ve dünyanın bir ucundaki ülkeye sözde aç insanlara yardım adıyla seyahat düzenle. İşte Libya ve Somali gerçekleri.
Başbakan acaba Türkiye`yi referans olarak kullanıp İslam dünyasına lider mi olmak istiyor?
Eğer öyleyse işte bir başka tehlikeli oyun da burada yatıyor. Türkiye sadece bir tek adamın siyasi ihtirasının ardında felaketlerin ortasına sürüklenmeye devam ediyor. Türkiye bu çarkın ortasında kalmayı hak etmiyor, daha da korkuncu ABD`nin çirkin oyunlarına alet olup,koca bir ülkeyi ortadoğu da bir bataklığın ortasına sürüklemeye çalışmak,işte benim korkularım burada yatıyor.Kendi siyasal ihtirasları uğruna dilerim Başbakan bu korkunç gerçeği görür.Ama asıl önemlisi de,Atatürk devrimlerine karşı kendi devrimlerini koymaya çalışanlar, asla başarılı olamayacaklardır.
Prof. Dr. Levent Seçer