Geçenlerde internet sitelerinde sörf yaparken, günlük Radikal gazetesinde çıkan Ahmet Korkmazer imzalı haberin başlığı dikkatimi çekti.
Başlık "Türk ve Ermeni öğrencilerden ortak açıklama" şeklindeydi.
Türkiye Üniversitelerinden 80, Ermenistan üniversitelerinden 20 öğrenci Ürgüp Dinler Otel'de bir hafta süren ve adına Diyalog Kampı denilen bir kampta çeşitli etkinlikler gerçekleştirmişler.
Kamp sonunda öğrenciler ortak görüşlerini, barış ve dostluk özlemlerini dile getirmişler ve ortak bildiride özet olarak "bizi birbirimize düşmanlaştırmayın" demişler.
Böyle güzel, insani ve barışçı dileklere aklı başında hiç kimsenin itirazı olamaz.
***
İki gencin babası ve gövdesi yaşlansa da gönlü genç bir insan olarak böyle güzel dilekleri destekliyor ve alkışlıyorum.
Karşılıklı olarak samimi olmak şartıyla…
1974 veya 1975 yılında, yani 24-25 yaşımda genç bir üniversite öğrencisiyken, kısa adı UCL olan tarihi Louvain Katolik Üniversitesi'nin Fransızca eğitim gören öğrencileri 25 km mesafede, fakat Fransızca konuşulan Valonya'da Ottignies kasabasının yakınında boş arazilerde yeni kurulan Louvain-la-Neuve kampüs-kentinde fakülte inşaatları bittikçe yavaş yavaş Leuven'den Louvain-la-Neuve'e "tehcire" tabi tutulurken, Edouard Van Evenstraat'ta bulunan, kısa adı C.I.E.E. olan Uluslararası Yabancı Öğrenciler Derneği lokalinde başımdan geçen bir olayı anlatayım, okuduktan ve ne demek istediğimi anladıktan sonra siz kendiniz karar verin.
***
Öğrenci derneğinin Yönetim Kurulu üyesiydim.
O zaman Tıp öğrencisi, şu an Lübnan İçişleri Bakanı olan Dr. Ahmad Fatfat'ın başkanlığı altında güzel çalışmalar yapıyorduk.
Ve de hak ederek popülerdik tabii ki…
Lübnan iç savaşını tüm Arap ve Lübnanlı öğrencilerle birlikte yaşadık günü gününe.
Toplantılar, yürüyüşler, paneller, konferanslar düzenledik, bildiriler yayınladık, gazeteler çıkarttık.
Haklıydık veya haksızdık o ayrı mesele…
Ama sapına kadar dürüst ve samimiydik yaptıklarımızda.
Biz daha çok "bağlantısızlar" tabir edilen gruptan, yani Üçüncü Dünyacı'ydık.
Filistin Kurtuluş Örgütüne para toplamak için kurşun kalem bile sattım üniversite restoranı
Alma 2 önünde.
Zengin değildik, ama mutluyduk.
Umutlarımız için "sürekli devrim" melodileri terennüm ediyorduk.
Barbara, Léo Ferrer, Moustaki, Brassens, Aznavour, Bécaud, Dassin, Ferrat, Nougaro, Montand, Le Forestier ve Brel dinliyor, kendimizden geçiyorduk.
Paylaşmacı ve dayanışmacıydık !
İdeallerimiz, ütopyalarımız vardı insanlığın geleceğine dair.
Özellikle Arap kökenli öğrenciler beni çok severlerdi.
Kim bilir, belki de Osmanlı otoritesini temsil ediyordum onların gözünde !
Falanjistler ve islamo-progressistler diye iki ana parçaya bölünmüş Lübnanlı dostların benim yanımda Arapça konuşmalarını yasaklamıştım.
Türkçemize sükût olarak girmiş kelimenin aslı Arapçada "uskut" olup, sükûnet, sessizlik anlamına gelir.
Uskut diye kükredimmi, ça va Yakup paşa, raïs (reis) derlerdi gülerek.
Kavga etmelerini engellemeye çalışmam hoşlarına giderdi.
Benim yanımda inatla Arapça konuşmaya devam ettikleri gün masalar, çatallar, bıçaklar havada uçuşmaya başladı üniversite restoranında.
Her şeyin konuşulduğu, tartışıldığı, son derece demokratik bir özgürlük ortamı mevcuttu.
Dernek lokalimiz randevulaşma, buluşma, konuşma, kahvenizi yudumlarken gazete okuma, satranç veya iskambil oyunları ile stres atma yeriydi.
Hatta iki ayrı masada ping-pong oynanıyordu.
Bir köşede piyanomuz bile vardı.
Özellikle öğlenleri ve akşamları dolup taşan, cıvıl cıvıl bir ortam mevcuttu.
***
Ve o lokalde daha önce hiç görmediğim, uzun saçlı, sakallı, hırpani kılıklı, Troçkist görünüşlü bir kişi piyanoda "Üsküdar'a gider iken…" parçasının melodisini çalıyordu.
Hoşuma gitti, durdum, sessizce ve efendice sonuna kadar dinledim.
Bitince de tanımadığım bu zatı sözlü olarak tebrik etme gafletinde (!) bulundum…
Çaldığı parçanın Türkiye'de herkes tarafından sevilen ve bilinen bir parça olduğunu söyledim.
Sen Türk müsün ? dedi bana.
Evet Türküm, ne vardı ? dedim ve kıyamet koptu.
-Vay adiler, vay şerefsizler, siz Ermenileri astınız, kestiniz gibi şeyler söyleyerek yürüdü üzerime.
Her ne kadar medeni bir diyalog kurmaya çalışsam da nafile.
Adamın niyeti bozuk, elinden gelse dövecek ve dedelerinin intikamını alacak…
Türklere düşmanlaştırılmış dengesiz bir şiddet yanlısı bu genç bana saldırarak barışa katkıda bulduğunu sanıyordu belki de…
Neyse gürültü patırtı üzerine Arap arkadaşlar koşuştular, duruma el koydular.
Bana saldıran kişinin Ermeni kökenli Suriye'li bir öğrenci olduğu anlaşıldı.
Arap dostlar kendisine gözdağı verdiler.
"Yakup paşa'mızın" kılına dokunursan pişman ederiz seni dediler, korkuttular.
Adam çekti, gitti ve bir daha da beni rahatsız etmedi.
Hayattaysa Arap öğrencilerin beni niçin öylesine sevdiğini ve savunduğunu anlamaya çalışıyordur hâlâ, adım gibi eminim !
Kin, nefret ve öfkeyle hiçbir olumlu sonuca varılamayacağını anlamıştır, umarım…
***
Son sözüm şu : Kahrolsun ırkçılık ve bağnazlık.
Yakup Yurt ©
Brüksel, 27 Şubat 2009
yakup.yurt@skynet.be