Zeynep Zuhal Kılınç
İnsanın yaratılışından itibaren bir yolcu olduğunu kim inkar edebilir? Beşiğinden mezarına girinceye kadar insan hep yoldadır.
Evde otursa da yoldadır, ormanlarda koşsa da... Yaşanmışlık yolcusudur insan. Yaşadığı her şey onu ömür yolunda yürütür. Farkında olmuyor ama durduğunu sanıyor her şeyin. Çok şey yaşamış olmak olduğunu sanıyor meselenin. Ama mesele öyle değil. Kimileri var, çok şey yaşamasına rağmen hayatın sırrını kavrayamamış oluyor. Mesele çok şey yaşamaktan ziyade, yaşadıklarının farkında olmaktır aslında. İnsan, yaşadığı hayatın ne kadar farkında ise o kadar yaşanmışlığı hissediyor. Yıllar sonra, kendisiyle hesaplaşma vakti geldiğinde, yüz yüze kalınca yaşadıklarıyla kendisini ya iyi hissediyor ya da kötü.
İnsan bir yolcu. Gideceği yeri bazen kendisi belirliyor bazen de tevafuk olaylar silsilesiyle yönlendiriliyor ve sonra seçimler yapıyor. Kader konusuna girmiyorum hayır. Sadece insanın kendi özgür iradesiyle birtakım şeylere karar verdiğini söylemek istiyorum. Evet demek, hayır demek, aksiyona geçmek veya durmak… İnsan karar verdiği zaman hayat akışı farklı yollara doğru ilerliyor. Kısmetin ötesi olmuyor ama tabi. Yolculuğu esnasında farklı tabelaları görüp gideceği yerden vazgeçip farklı bir yöne doğru ilerleyebiliyor.
Yol uzun gibi görünüyor. Yol, duruma göre uzun görünüyor aslında. Ömrün baharındaki genç için zaman başka akar ihtiyar bir adam için başka. Her ikisinin de zamanı akıp gidiyor. Her ikisi de yolcu.
Ömür geçiyor. Yolumuzdaki karanlıklara ve engebelere sabretmeli; güzel manzaralara, aydınlıklara ve kolaylıklara karşı da şükretmeliyiz. İnsan bu ya, şükretmeyi unutup şikayete sarıldığı an zaman çok yavaş akar. Sabrı unutunca da ıstırap bine katlanır.
Kendimize iki defa zulmetmektense başa gelen musibete sabredip aydınlığı beklemeliyiz: “Bütün geceler mecbur varır sabaha” diyor Kıraç bir şarkısında… Evet sabredince rabbimiz sabahı muhakkak ki gönderecektir bize…