Yeni yerlisi olduğumuz Almanya’da, barış ve huzur içinde birlikte yaşam dilinin oluşması için çooook uğraşmaya gerek yok. Yunus’a biraz kulak kabartabilirsek, onun günümüze ait sözlerini anlayıp topluma taşıdığımızda, göreceğiz ki; çok ciddi mesafeler katedeceğiz.
Çağımızdan yaşadığı döneme baktığımızda Yunus Emre’nin sadece bir derviş, bir halk şairi, bir mutasavvıf değil, aynı zamanda adeta bir psikolog olduğunu görmek zor değil. Yazımız, ilk giriş cümlesinin ardından ilk itirazı yedi, farkındayım. Sabırla aşağıya doğru okuma zahmetine katlanırsanız, bana hak vereceksiniz mutlaka. Yunus’a günümüz şartları içinden sakince baktığımızda; nefesinin hâlâ bugün bu kadar diri ve can katıcı olmasında en büyük etken; insanların psikolojik ihtiyaçlarını çok yalın ifadelerle gidermesidir.
Yunus’a ait bu dil, yaklaşım ve travmaların aşılmasına yönelik ve toplumsal huzurun sağlanabilmesi için tavsiyeleri, biz günümüz insanlığına hiçte tahmin edemediğimiz kadar çok şeyler söylüyor. Sakince, bu halk ozanının şiirlerindeki bilgeliği düşünürsek, ona ne kadar ihtiyacımız olduğunu göreceğiz.
Yunus Emre’nin hayatından, şiirlerinden alıntılar yapıp, onların günümüze tercümesine yapacak değiliz. Zira, bunu o işin ustaları yapmalıdır. Üzerinde durmaya çalışacağımız konu; çok farklı çoğrafyalardan olmalarına rağmen gönülleri insan için, insanlık için bir araya getirmesindeki o aşk dili. Herşeyi cinselleştirdiğimiz gibi, aşkı da sevgiyi de o açıdan bakma alışkanlığımızdır aslında bugünkü sancılarımızın atomu. Aşkın başta ateş, bu ateşin de kibir ve gücü temsil ettiği, fakat orada yandıkça da suya, toprağa dönüşüldüğünü söyler bu işin Ehli. Bu sürecin insana kanaati, sabrı, alçak gönüllüğü, mütevaziliği ve de edebi öğrettiğini öğreniyoruz alanın ustalarından.
Biz, Yunus Emre’nin dil ve düşünce mirasının detaylarından ziyade bugüne bakan yüzüyle ilgilenmemiz kanaatindeyim. Onun diğer değerleri ise, akademisyenlerin işi olsun. Yunus Emre`yi anmak yerine, anlamaya muhtaç olduğumuzu düşünürüm acizane. Yunus‘un tarihî arka planı, dil ve edebiyat mirası, düşünce ve tasavvuf mirasının önemsiz olduğunu iddia etme ukalalığı yapacak değiliz. Yunus Emre ve Çağımız İnsanı beni daha çok ilgilendiriyor. Yunus Emre’yi anlamanın imkânları daha öncelikli gibi duruyor, düşünce dünyamda. Yunus Emre, çağımız insanına neler diyor? sorusunun cevabı daha önemli geliyor bana. O Halk Ozanı’nı nasıl tanıyacağız, okuyacağız ve anlayacağız…
Şiirlerini hatırladığımızda, sözlerinin kalplere saplanan ok gibi acıtmadığını görüyoruz. Aynı sözlerin gece ile gündüzün ayrımı kadar netliği, keskinliği dikkat çekiyor biraz düşünerek okunduğunda. Sevdasına bağlılığının dilinde ise, barış nidalarından başka hiç birşey yok. Her şeyin temelini ise sevgiye bağlamış, çağının ve çağdaşlarının yaşayıp yaşattıklarına, yani gerçek dünya üzerinde olup bitene de kayıtsız kalmamıştı. Müdahil olmuştu gelişmelere, dünyevileşenlere de ikazlarda bulunuyordu... Her daim dikkat çektiği daha doğrusu hatırlattığı ise; her insanın özünde cevher taşıdığı ve asıl maharetin o cevheri ortaya çıkarabilmek olduğu… Her nefesinde bunu anlattı. Çağımız insanının aksine, insanın yaradanına duyduğu bağlılığı esas alırken, şaşmadığı her adımının konusu “insan”, nefeslenebildiği tek sığınağı ise; Yaradan‘ıydı.
Farkındayım, Yunus Emre’nin 13. yüzyılda mütevazı bir hayat yaşadığını, Taptuk Emre’nin dergâhında kırk yıl doğru odun taşıdığını, kimine göre eşsiz bir derviş, kimine göre bir felsefeci, kimine göre de bir halk ozanı olduğundan niye bahsetmediğimi soruyorsunuz.
Yunus’la ilgilenmiş olanlarımızdan bazılarının da, ‘‘Onun ümmi (okuma yazma bilmeyen) olduğunu yazsana! Onun Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiğini niye atlıyorsun!‘‘ dediğini duyar gibiyim. Dostlar, yukarıda bu konuların ehlinin işi olduğunu yazmıştım. Sanırım dikkatinizden kaçtı. Beni Yunus’la ilgili ilgilendiren konu; herkesin birleştiği ortak payda gibi, onun Anadolu’nun her karış toprağına hitap eden, saygı değer bir idealist, düşünür olmasıdır. Yunus Emre’nin halka mâl olmasındaki sırdır, gönül erliği. Onun düşünce sistemi, Rab’bine yakarışları, insanlık sevgisi ve bütün insanlığın duygularına hitap edebilmesi ve sade dilidir… Verdiği mesajların bugün bile hala tap taze durmasıdır…Sınırsız sevdasıdır… Yollarının evrensel gerçeklikle hiç ters düşmemesidir… Sekiz yüz yıla yaklaşan bir zaman diliminden sonra bile hala insanlığa sevdasıyla ona müracaat eden herkesi aydınlatmaya, yol göstermeye devam etmesidir…
“Yaradılanı hoş gör, Yaradan`dan ötürü” derken, sekiz yüze yaklaşan yıllar öncesinden, ayrımcılığa, ötekileştirmeye, ırkçılığa, düşmanlığa, husumete adeta tokat gibi cevabı yapıştırıyordu. Çağdaşlarımızla ilişkilerimizde neyi nasıl yapmamızı anlatıyordu, bu oldukça basit mısrasında.
“Yetmiş iki millete bir göz ile bakamayan, şer’in evliyasıyla hakikatte asidir” sözleriyle, din, dil, ırk, cinsiyet, makam, şan şöhret, rütbe ayırt etmeksizin bütün insanlığa aynı gözle bakılması gerektiğini savunan, insan sevdalısıydı O. “İnsanın kabesi kendi gönlüdür” derkende, önce “insanın kendini bilmesi ve tanıması gerektiğini”, asla gönül yıkmamasının önemine dikkat çekiyor, gönüller yıkıcı değil, gönüller yapıcı olmayı öğütlüyordu.
Her nefesini gönül yapmaya vakfetmiş, gönül adamı olduğunu görüyoruz her mısranın her bir kelimesinde. Dünyaya eyvallahı hiç olmamış, fazlayı elinin tersiyle hep ötelemiş o. Dünyada geçiciliğie dikkat çekerek, dünyevileşmeme uyarısı yapıyordu, her zaman ihtiyaç duyulan birlik ve beraberliğe atıfta bulunurken, yaşadığımız dünyadaki güneşin altında hepimize yetecek kadar yer bulunduğunu anlatıyordu şu mısralarında. “Gelin tanış olalım, İşi kolay kılalım, Sevelim sevilelim, Dünya kimse kalmaz!”
Başka dizelerinden birinde de, “Yol odur ki, doğru vara, göz odur ki, hakkı göre, er odur ki alçak dura, yüceden bakan göz değil” derken, böbürlenmenin değil, alçak gönüllü olmanın gerekliliğini hatırlatıyor, öğütlüyor. “Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı” öğüdünde, kaba kuvvete karşı duruşuyla, problem çözme yöntemi olarak genel geçer tatlı dillilik ölçüsünü veriyordu.
Sözlerin ve tezlerin değil, silahların konuşturulduğu, kardeşin kardeşe kırdırıldığı çağımızda “Hakkı gerçek sevenlere, cümle âlem kardeş gelir” sözlerinin manasını varın sizler düşünün... “Gökyüzünde İsa ile, tur dağında Musa ile, elindeki asa ile, çağırayım Mevlam seni. Derdi ökküş Eyyub ile, gözü yaşlı Yakup ile, ol Muhammed mahbub ile, çağırayım Mevlam seni” diye seslenen Yunus, yaradanına uzanan her inanışı kucaklıyordu...
Yeni yerlisi olduğumuz Almanya’da, barış ve huzur içinde birlikte yaşam dilinin oluşması için çooook uğraşmaya gerek yok. Yunus’a biraz kulak kabartabilirsek, onun günümüze ait sözlerini anlayıp topluma taşıdığımızda, göreceğiz ki; çok ciddi mesafeler katedeceğiz. Bunalmış topluma da bir nefes olacağız. Bunun yolunun da, Yunuscu olmaktan değil, Yunuscaolmaktan geçtiğini söylemeye gerek yoktur sanırım. Yunusca olmak başka, Yunuscu olmak ise daha başkadır. Sıkça ikincisini gördüğümüz günümüzde, hepimizin birincisinden olmamız dileklerimle..
Muhsin Ceylan
Journalist - Kolumnist - TV-Moderator
Gazeteci – Yazar – TV Moderatörü