Yazan Sevim Ünal
Günümüzde, ne yazık ki, Avrupada Türk kökenli sanatçılar olarak çok geniş bir nüfusu oluşturmuyoruz ve sanatsal olarak aktivitelerimiz de çok fazla değil. Zamanla çoğalıp artacağımızdan ve çok değerli üretimlerde bulunacağımızdan eminim.
Bunu da ancak sanatsal faliyetlere giderek, destek olarak, anlamaya çalışarak yapabiliriz. Sanat’taki klişeleri de yıkmak yine bize düşüyor. Nedir bunlar? Örneğin anlamadığınız bir yapıtı sanatçısına sorma cesareti, anlamadığınız bir edebi yazıyı, heykeli,resmi, dansı, tiyatro oyununu şiiri vs..... Sorma cesareti.
Güncel sanat adı altında sanat ve edebiyat çok yol almıştır. Bunla ben şöyle düşünüyorum, ‘sanat’ın her dalı kendi içerisinde farklı bir devrime yol açma sevdasındadır’. Bu da en çok seyirciyi, okucuyu,izleyiciyi vs.... zor durumda bırakıyor. Çünkü anlaşılmama riski artıyor. Post modernist akımlar, surriyalist yaklaşımlar, soyut çalışmalar vs.... Seyirciyi, okuru,izleyiciyi daha fazla düşünmeye, araştırmaya itiyor. Peki bu kötümü? Tabiki, sanat’ın veya edebiyatın bir anlamda yapmak istediği de budur, fakat sanat ve edebiyatla ilgili fazla ilgisi olmayan, bu konulara çok sonra ilgi duymaya başlayan okur,izleyici,seyirci için sanat ve edebiyat içinden çıkılmaz, anlaşılmaz bir hal alabilir. Okur, izleyici,seyirci cesaretini toplayıp, her şeyi daha net anlama adına eser sahibine (sanatçıya) yönelteceği sorularla bu zorlukların üstesinden gelip, günümüz sanat’ı ve edebiyatı daha rahat çözebilir.
‘Soru sorarsam, beni hiç bu işlerden anlamıyor diye küçümserler’ düşüncelerinizi çöpe atın. Bu tarz klişeler sizleri her şeyden geri bırakır. Uzun sözün kısası, kendinizi sanat ve edebiyattan mahrum bırakmaya hakkınız olmadığını bir düşünün. Şimdiden herkese iyi okumalar , sanat ve edebiyat dolu günler diliyorum.
Sanat eseri, esrarengiz, anlaşılmaz,garip, mistik bir şekilde doğar, gerçek sanat yapıtı ‘sanatçının içinden’ ondan ayrılarak, bağımsız bir hayata kavuşur, kişilik haline gelir. Bağımsız, zihin soluyan bir özne olur ve aynı zamanda bir varlık olarak maddi, somut bir hat sürer. Demek ki, kayıtsızca ve rastgele oluşmuş , zihinsel hayatın içinde de kayıtsızca, dolaşıp duran bir görüntü değildir.
Sanat bir bütün olarak ele alındığında, boşlukta akıp kaybolan nesneler üreten amaçsız yaratma işi değildir, amacı olan bir güçtür. İnsan ruhuna, gelişimine hizmet etmek zorunda olan bir öğedir. Sanat bu görevden kaçınırsa, sanatın yerine geçebilecek başka bir seçenek olmadığından, bu yer boş kalmaya mahkum olacaktır. Sanatsızlığın yapıcı,iyleştirici,oluşturucu gücünden yoksun kalmak ruhsal yıkıma sebep verecektir. İnsan var olduğu sürece, ihtiyaç duyduğu ruhsal tatmine sanatla ulaşmıştır, bundan dolayı sanatsız olmayı düşünmek havasız kalmaya benzeyecektir.
Sanatçı kişinin üretmeden yaşamaya hakkı yoktur, bu dolayısıyla görevsizlik getirecektir ve görevsiz bir sanatçı, sanatçı olmak gibi bir erdemi taşıma yüküne giremeyecektir. Sanatçı oluşturmak, üretmek ve sunmak zorundadır. Oluşturduğu her öğe onu sanatın kölesi kılar. Sanat köleliğinin karşılığı ise tamamlamış oluğu eserinden aldığı tuhaf hazdır. Neden tuhaf? Biten her eser, sanatçıya yarım kalmış bir eser duygusu verir, ıstırap, tatminsizlik, ‘daha iyisini yaparım’ duygusu olarak onda yankılanır. Sanatçının seçeneksiz olarak kabullendiği görevi olan yartıcılıktır. Schuman’ın da bir sözünde değindiği gibi ‘İnsan kalbinin derinine ışık göndermek sanatçının ödevidir’.
Tüm bu duygular sanata olan kölece tutkusunun bedelidir. Bu duyguları yitirmek gibi bir lüksüne ise sahip değildir. Yaratıcılık kölelik gerektirir ve bedeli ağırdır. Sanatçının en çok farkında olduğu şey ise budur. Bu duyguların bitmesi sanatçının sonunu hazırlayan tek atışlık bir mermi gibidir. Bundan dolayı sanat, sanatçıyı, sanat’ın kölesi kılarken aynı zamanda onu özgürlüğe götüren tek çıkış yoludur.
Tatlı seslerin uyumuna kapılmayan,
Kahpeliğe,haydutluğa,hileye yarar,
Gönlünün kımıltısı gece gibi bulanıktır,
Böylesine güvenme! Müziğe kulak ver!
(Shakespeare)